31 Mart 2010 Çarşamba

izleme...

bir kadını mutlu etmek istiyorsan.. ona yalan söyle.. bu zaten kanında var..
bir kadından bir erkeğe tavisye.. nayn filminden
*************
nûyork'ta bir fotoğraf sergisi açılışı..
vidyoda dikkatimi çeken..
izlemeye gelenlerin kalabalığı..

bir de.. belgesel izlemiştim..
gece devriyesi tablosunu ikinci dünya savaşında..
kuzey denizi yakınlarında bir mağarada saklayan holandalıların..
savaş bittiğinde .. tabloyu ..
yerine müzeye koymalarından hemen sonra..
müze bu ısı farklılığına dayanamayıp çetlamış yer yer..
özel bir restorasyon ekibi oluşturmuşlar..
şimdi müzenin müdürü olan kadın o zamanlar asistanmış..
bu restorasyonda sadece zamkı kaynatmasına izin veriliyormuş.. bir de mola verdiklerinde perdeleri açmasına..

perdeler açılıp..
yerde tablo.. etrafında bırakılmış tamirat malzemeleri ile dolu salona..
dışardan bakıyormuş.. amsterdamlılar..
şehirlerinin simgesi olan tabloya neler olduğunu yakın takipte tutuyorlarmış..
kadın bu anısını anlattıktan sonra..
o zamandan kalma bir siyah beyaz film gösterdiler..
sokakta bekleşen kalabalık bir halk kitlesi.. kadınlar.. pardösüleri omuzlarında.. kollarında çantaları.. şapkalı..
erkekler.. takım ebiseli pardösüleri kollarında..
arada birkaçı da.. işçi tulumlu .. kasketli..
perdeler açılıyor.. kamera içeriden dışarda bekleyen kalabalığı ..
görüntülüyor..
kalabalık dedim evet..

sessiz ve ilgili..

işte bunu kıskanmışımdır hep..

eskiden terkedilmiş evler ve pencereleri fotoğraflamaya meraklıydım..
ama bulmak bu kadar kolay olduğunda artık acı verir oldu..

bilmem kaç cigabayta ulaştı terkedilmiş evlerin pencerelerin dosyası.. kısacık bir zamanda..

yok etmenin.. edemediysek terketmenin.. bakımsızlıktan ölmeye yıkılıp yok olmaya bırakmanın uzmanıyız ya biz..

ilgiyi.. korumayı.. varlığını sürdürebilmesi için gereken bakımı .. veren toplumlarda..
bunu kıskanıyorum..

********
kapı açıldı ..
gene biraz yorgun geldi..
hoş geldin diye karşıladım..
cevap vermedi baktı sadece..
size bir kitap getireceğim dedi..
nedir.. belki okumuşumdur..
bilmezsiniz.. yunanlı bir yazarın..
kitap değil zaten . önemli olan.. adı..
nedir..
hüzün nedeniyle kapalıyız..

tuhaf aslında sürmelerimi çekmiş.. neşemi giyinmiştim..
bir erkeğin farkemedemeyeceği kadar derine gmdüğümü sanıyordum hüznümü..

akşama konserdeyim..
"yağmur vurup durma sen de camlara" diye söyleneceğim biraz..
metafor mu .. yok bu sefer.. =)


Image Hosted by ImageShack.us

29 Mart 2010 Pazartesi

yuteykitol.. ayemempti..


NINE - CLIP : TAKE IT ALL (Interprétée par Marion Cotillard)
Yükleyen baryla. - Tüm sezonlar ve tüm bölümler


dün akşam izledim..
ama film de değil de.. gene öğrendiklerim söz edeceklerim..
çünkü bilip de henüz alışkanlık edinip uygulama hataları yaptığımı farketmem.. bu nayn dolyısı ile oldu..

her ilişkide bir "nerede durduğumuz" meselesi varmış..
psikologlar öyle diyor..

örnek..
lokantaya girdik..
birimiz gitti ve bir sandalyeye elini attı ya da oturdu..
sonra dönüp.. yoksa sen burayı mı tercih ederdin dese bile.. durumu kontrolünde tutan kişi oymuş..
artık siz evet deseniz de.. yok yok sen otur öyle deseniz de.. durum değişmezmiş.
o seçen kişi..
yeri seçen..
size seçim yapma izni veren kişi..

bu kötü haber..
ama bi de iyi haber var..
her ilişkinin dinamiğinde bu durum yeniden yazılabiliyormuş..
ama geriye dönük değil..
ileriye dönük..

bir başka yer ve zamanda bu kez siz seçen kişi olabiliyorsunuz..
kontrolü ele alabiliyorsunuz..

şimdi bu bilgi etkisinde.. bakalım olaylara..
aslında hiç bakmayalım ya hayat satranç tahtası mıdır..
seviyorum ben de ona izin veriyorum seçmesi için diyorsanız..
sevgi budur işte.. karşındakini kral gibi hissettirmektir.. bırak o seçiyor gibi sansın ben de onu seçtim naber.. filan diyesiniz varsa..
bu yazı bitti sizin için..
öpün beni başbaş..

ama düşmez kalkmaz bi kibele.. ilerde bir gün biri ile ilişkimi gözden geçirmem gerekirse bulunsun diyorsanız.. devam..

diyelim patron odanıza geldi.. kalktınız selamlaştınız..
o da sizin yerinize oturdu..
durumu o kontrol ediyor..

ama siz eğer hemen atlayıp ona yer verdiyseniz..
siz..

diyelim bir seçim yaptınız.. birinin hoşuna gitmeyen..
size alternatif ve daha iyi bir plan sunuldu reddettiniz.. kontrol sizde..
ama arada yine alternatif ve sonunda reddedilemeyecek planlar geliyorsa.. birini kabul ederseniz..
o...
ya da uzun zaman geçti.. siz yaptığınız seçimden sıkıldınız.. değiştireceksiniz..
eğer onun daha önce teklif ettiklerinden birini seçerseniz.. hop.. güç ona geçti..
kontrol onda..

işte böyle uzar gider .. miş..

tüm ilişkilerde.. tüm kişilerle aslında her an yeniden yazıyoruz ilişkilerin dengesini..

hazır cevap olmayı dileyen bir dostum vardı benim bi zamanlar.. hazır cevap olmak bile değil.. sadece hazırda bir cevabım olsa yeter diyordu..

onu andım dün..
cevabın parlaklığı değil de..
sanırım cevap verme durumunda kalmamayı dilemeli insan diye düşündüm bi de..

********
dün onsekizliği yazdım da.. çağların yorumuna iç sesli yazmak lazım demiştim bu yazıyı..
kısaymış içses..
buraya ekleyeyim..

"beni siz delirttiniz"
********

bir de şu vidyoyu izleyin bence..
ve elbet filmi de izleyin..

hem bu şarkıyla hem de penelpoenin yardımcı oyunculuğu ile adaydı oskara..
oskar deyince.. en iyi yönetmen ödülünde rakip olup yarışan bigelov/kameron çekişmesinde bigelovu desteklediğimi söylemiş miydim =p
********

bir de filmin başında bi konuşma var..
"bir hayal nasıl öldürülür" diyor..
filme çekersin ölür.. kan kaybeder ölümüne çektiğin her sahnede..
rol yaptırırsın ölür.. hayalin..
ama sonra o editleme masasının başında birden gerçek oluverir..
sen..
sahneleri arka arkaya dizerken aniden gözlerini önünde canlanıverir hayalin..
ilk hayallediğin hali ile..
eğer şanslı isen .. "

acaba yaşam da böyle mi..
sonradan oturup editlesek mesela..
ben diyeyim okul hayatımızı.. siz deyin özel hayatı..
deyin canım hep ben uğraşıyorum sizin özel hayatlarınızla.. bu kez de kendiniz deyin..
editlemek gerekir mi.. bazen yeniden..

bu editleme işi..
ilişkinin dinamiği diye anlattığım şeyle ters mi göründü size..
hayır değil özünde.. bi düşünün bakın.. =D



Image Hosted by ImageShack.us

28 Mart 2010 Pazar

anladımdedi..



"dün beyaz gömleğimi giydim.. siyah pantalonumu.. beyaz keten şapkamı taktım.. biraz şık olmak istedim.. bahçeye senin bankına oturdum.. şu beyaz taşların üzerinde durana..
ağaçlar çiçek açmış.. hava güzel..
aldım test kitabımı.. hoca gelene kadar kaptırmışım.. bütünleştim bahçeyle..

bir baktım bahçe içime dolmuş..
gözümün her değdiği yerde bişey var.. her köşede sen varsın..
ne uğraşmıssın..
çok güzel..
hepsi..
bi yerde bi çanta.. bi yerde bir saat..
çiçeklerin arasında.. hani çarpılmış zaman mıydı neydi bir tablo var.. öyle..
biz sana diyoruz ya hani.. artık hiç birşey yapmıyorsun..bahçeyle ilgilenmiyorsun diye..
gerek yokmuş zaten..
çünkü yapılabilecek herşeyi yapmışsın zaten..donatmışsın..
emeğini algıladım..her bakışımda..
anladım.. hiç birşeyin olduğu gibi olmadığını anladım..

dedi..

kalktım kahve fincanımı bırakıp sarılsdım.. yanağıyla boynunun arasından.. en sevdiğim yerden.. öptüm .. ondokuzluğumu..

güzel konuşurum.. dedi.. =)

hafızanın devamlılığı.. bu salvadordali tablosu için tık..
,
Image Hosted by ImageShack.us

22 Mart 2010 Pazartesi

ekinoksu yakalamak..

“geçmişi anımsamak düne gitmek değil.. dünü bugüne getirmektir..

bu yaklaşımla yaratılan sahneler arkalarında yılları taşıyarak yeni bir bakış açısıyla şimdiyle kaynaşır..”

yusuf sevnek /ev..modern müzedeki fotoğraf sergisinden..

büyükada

ada vapurunda yanımda oturan kişinin okuduğu gazeteden bi cümle atladı gözüme..

“gücünün zirvesindeki kişi kurum ya da devlet kendini zayıflatacak değişiklikleri tetikler”..

ama hızla çevrildi sayfa.. moda sayfasına geçildi yandaki gazetede..

gözlerim farklı yerlere kaydı..bir ses geçmişe götürdü beni..

farketmişinizdir eminim.. vapurlarda ve otobüslerde illa bişeyler motorla rezonansa girer.. illa tıkırdar zıngırdar..

geçmişteki uzun yol deneyimlerinden vapur yolculuklarından kalan bi anı.. epeydir uzun yolda otobüse binmedim.. epeydir vapura da binmezdim zaten.. geçen yaz birkaç kez bindiysem de.. dışarıda oturunca hep.. farketmemişim..

en çok da vapurların pencereleri .. bir de eski şehir içi hatarında vardı bu özel vızıltı sesi.. ne tıkırdıyor diye baktığında.. senden önce orada bulunup sesten rahatsız olanların camın kenarına sıkıştırdığı kıvrık kağıt parçalarını yakalardı gözün.. bazen bilet.. bazen kitap ya da gazeteden koparılmış bir köşe.. ya da hatta sigarapaketinin alüminyum kağıdı..bazen kibrit çöpü..

faydasız girişimler..

ortak rahatsızlıkların göstergeleri..

o zamanlar vapurlarda .. pencerelerin altında yine kaloriferler vardı.. şimdiki gibi ufak boy panel radyatörler değil..

önünde delikli saçtan koruyucu.. yoksa ahşap ya da kontrplak mıydı.. üzerinde ise yol yol yarıkları olan bir ahşap bölümle gözlerden saklanmış ama..meraklı çocuk gözlerden saklanamayan kalın silindrik borular.. koruyucu mobilyanın kenarlarda pirinç kapaklı küllükler.. çıt diye kapanıp açılan.. eski okul sıralarındaki hokkalıklara benzeyen..

küllüğün üzerinde tırnak izi şeklinde bir tutma yeri.. kenarında sigaranın konulabildiği oluk gibi çıkıntı.. çıkıntı hep gri tonlarında..

“elleme ellerin sigara kokacak.. kirlenecek hem” diyen ses kulaklarında..

birinci mevkide oturuyorum..

vapurun ön tarafına doğru her yollandığımda.. uyarılırdım..

“gel buraya.. orası ikinci mevki”

kötü bişey yapıyor olmanın suçluluk duygusu.. tam olarak neyi kötü yapıyor olduğunu bilmemenin ezikliği ile çocuk adımlarla hemen doğru yöne seyirtiş..giderilmemiş meraka doğru takılı kalan çocuk gözler..

bir de lüks mevki vardı..

düşünüyorum demek ay başı .. maaş zamanı oraya oturuyormuşuz..her zaman oturmadığımıza göre..

bizote camlar kapılarda..

sanki bir desen de vardı cam panellerin üzerinde ya da hafızam gördüğüm başka zaman fotoğraflarından taşıyor bu hoş ayrıntıyı.. o hoş camlara.. masalar sandalyeler yere sabitlenmiş..maroken kaplı..

sigara yanıkları sehpaların üzerinde.. ama çok değil .. çirkin değil.. kullanılmışlığı gösterecek kadar..

şapkalı broşlu tek elinde eldiven diğer tek yine eldivenli ellerinde döpyesli  hanımlar .. takım elbiseli beyler..

hanımlar otururken etekleri dizlerinin üzerine uyluklarından yukarıya sıyrılır.. yavaş hareketlerle ve hafifçe düzeltilir.. düzeltir gibi yapılır.. aşağı doğru çekilip tekrar yukarı öncekinden daha makul bir noktaya çekilir etekler..

öyle dizler sıkı sıkı bir araya getirilip.. etek de iki elle rahatsız olan ve rahatsız eden şekilde çekiştirilmiyor..

ince çoraplar..

ufak topuklu zarif iskarpinler.. stilettolarla pazara da gitmeye başlamamış bir kadın nesli..

klipsli.. kapanırken “klap” diye kendine kas bir ses çıkaran çantalar..

sonradan sırf ses o günleri anımsatıyor diye benzerlerinden edinip.. hiç kullanmadığım ufak çantalar.. bağa ya da bakalit ya da kemik aksesuarları olan çantalar..

cep telefonları aypodlar not defterleri tıkıştırılacak kadar büyük olmayan çantalar..

bir mendil.. ipek ya da keten .. bir sigara paketi ya da tabaka.. genellikle var olsa bile bulunmayan çıkarılamayan bir çakmak ya da kibrit.. iki parmağının arasına sıkıştırdığı sigaralı eli  ile tuttuğu çantayı yavaşça karıştıran hanım.. mendil de o esnada görünmüştür zaten.. bir de ruj..

çakmak bulunamaz uzun bir süre sonunda.. bir “beyefendi”.. nin yerinden kalkması ve sigarayı izin alarak yakması ile tamamlanır arama sahnesi.. klak sesi duyulur..

camlı kapı açılır.. kahveler gelir.. türk kahvesi olmamıştır daha kahvenin adı.. bir yudum alınır.. fincan kenarında yarım ay şeklinde ruj izi kalır.. ne kalıcı makyaj ne de çıkmayan ruj keşedilmemiş..

çocuklar kahve içmez.. ama babaları içerse keyif alırlar..

kahve biter.. çanta açılır.. astarındaki ufacık gözden bir tarafında satın alındığı mağazanın adı yazan ayna çıkarılır.. rujlu dudaklar kontrol edilir.. birbirine doğru sıkılır.. ama ruj tazelenmez toplum içinde .. ayıp.. herşeyin yeri zamanı kuralı var daha.. yersiz zamansız değil insanlar..

sanki kimse konuşmuyormuş gibi.. en fazla bir iki mırıltı..

“bilet kontrol” gelir sonra.. fark ücreti alır.. lüks mevkide oturmanın farkını alır..

lüks mevkide de kurtulunmaz o zıngırtılardan ama buradaki camların arasına sıkıştırılmış kağıtlar yoktur..

kül tablaları masalara çakılıdır..

çocuk gözler izler.. hanımları .. erkekleri değil.. erkekler sigara yakmadıklarında gazete okurlar.. sayfaların arkasında kalır yüzleri.. vapur iskeleye değdiğinde katlarlar gazetelerini.. ama kadınlar hep hareket halindedir.. izlenesidir..

baba burada mutludur.. gülümser.. ayrıcalıklı hisseder..

sonraları yalnız bindiğinde de oturdu lüks mevkide.. birincide yer bulamadığı zaman.. ikinciye yönlenmedi ayakları.. şartlanmamış refleks.. o hanımlar yoktu artık .. telaşlı iş güç peşinde toplumun endişelerini yansıtan gazetelerin arkasında idi hanımların da yüzleri.. kendisi de okuyordu zaten..

şimdi sınıflar yok.. ama ben birinci mevkide oturduğumu biliyorum..

mevkisiz vapurda bile..

vapurlarda da mevki yok artık.. yaşamda da…

beni kategorize etme dedi bir şarkıcı.. sildik sınırları.. öyleki yapış kokuş yaşıyoruz.. güvenlik mesafemizde konuşlanmış yabancılarla yakın ve sıcak temas ile..

sınıfsız ve önceliksiziz.. hatta yaşamda da.. sevdiklerimizin de yok önemi.. önceliği.. ayrıcalığı..

en önce biziz kendimiziz.. carpeledik diemi..

şimdi kişiliksiz panel radyatörün yanında.. masif bölümleri kırıldıkça formika ile yenilenmiş.. kaplaması kalkınca alttaki suntası kat kat verniklenmiş.. kapıın karşısında oturup.. plastik bardakta ikisi bir arada neskafe içen.. foyası ortada bir kitleyiz..

yaşam gibi herşeyimiz.. ya da yaşamımız herşeyimiz gibi.. .. özenle üretilmiş güzel şeyler eskidikçe bozuldukça  yerini “kullan at” ya da “kullan ama sakın atama” ucuzluklara bırakmış..

değişmeyen..

“can yelekleri koltukların altında ve tavandaki bölmededir” yazısı..

-çok severim bu adayı.. sahilini.. rıhtımı olmayan tek adadır “ diyor bir kadın sesi..

kınalıdayız..

yakından geçerken eski evlerdeki pancurlar çekiyor dikkatini.. marsilya tipi.. içten çubuklu.. çubuk yukarı aşağı hareket ettirilerek tam kapatılan ya da açılan pancurlar.. içeri deniz kokan havayı alabildiğin.. yeterli gölgeyi de sağlayabildiğin.. pancurlar.. çoğu evde değişim var.. mekanizmalı pancurlar .. plastik karaktersiz.. kolay bakılan uzun süre eskimeyen.. her yıl boyanması gerekmeyen pancurlar.. emek istmeyen..

görmüyor ama biliyor.. eski pancurların altındaki pencerelerin pervazları da ahşap.. her yıl cam macunlarının değiştirildiği.. gereğinde boyanan pervazlar var.. modern plastik pancurların altında da.. ses geçirmez.. boya istemez.. plastik contalı macunsuz pervazlı pencereler..

daha gürültülü daha kavgacı daha bağırgan olan ama sesi de bir o kadar rahatsız edici bulan .. habire inşaat yapan yıkan .. ama tozu da istemeyen toplumun pencereleri..

emek istemeyen.. pencereler..

oysa eskiden bir deyim vardı..

“eli üzerinde olmak” denirdi..

sakınmak korumak..

bozulma çürüme ilerlemeden.. kalıcı zarar vermeden.. bakım altına almak tamir etmek .. bütün bunları içeren bir deyimdi..

ama artık eller havada.. kimin eli kimin cebinde..

bir deyiş daha vardı.. mal kıymeti bilmeyen insan kıymeti bilmez diye.. kullan at.. malzemeler.. emek istemeyen malzemeler ıle yaşayan insanın emek vermeyi bilmemesi .. tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan…

büyükada……. artık prens adaları olamayan adalar takımının en büyüğü….

************

bu yazının yanımdaki içi dışı güzel kadınlarla ilgisi yoktur..

onlar sayesinde hayat ayrıntılarda da.. içerikte de güzelleşmektedir hatta.. ve çok emek emektir dostluğumuz.. =)

19 Mart 2010 Cuma

haftanınsesi..

ne güzeldi o şarkı.. haftanın sonuuuu… bi … gibi…..

yine yeni bir hafta sonuna yanaşırken..

geçen cuma ctesi pazar.. salı çarşamba.. perşembe.. ayaklar durmadı yerinde.. =)

de.. hepsini anlatmayacağım elbet.. bi de sevabına siz bi nazar boncuğu ekleyin köşeye.. en sanalından..

ama pazarı anlatacağım..

istanbul modern.. yeni sergi.. yeni açılımlar..

birlikte gittiğim dostumla bizim için de birinci yıl.. tam bu ay .. tam tavana vurmuşken.. ilk açılım da diyebiliriz.. ilk ısınma da.. ilk yakınlaşma da..

ayrı ayrı ellerden akmış sözcükler.. ayrı ayrı akıllı beyinlerden çıkmış umursamaz gibi dile getirilmeye çalışan düşüncelerle.. ilerde tamamlanırsa.. bir kitabın ilk öyküsü de.. geçen yıl bu zamanlara denk geliyor..

işte sözün özü ve kısası..

pazar modern müze by galata..

otoportreler bölümü..

iki tanesi ilginç şekilde gözlerini çukurlar gibi çizmişti.. değil ifade.. göz yok siyahlı grili gölgeler.. biri abartıp ağzını da silik yapmış.. görmem söylemem modunda..

diğerleri.. daha gerçeğe sadık gerçi.. ama merak ettim..

-insan neden otoportresini yapar ki..

demeye çalıştığım.. ressamsan vardır elbet bi ressam çevren.. kimseye güvenmez beğenmez misin de.. yaparsın kendi resmini..

ama cevap

-sen neden yapıyorsun.. oldu..

aslında merakla karışık bir hayretle ve anlamamışlıkla dönüp baktım diyeceğim.. ama o kadar ifadeli midir suratım bilmiyorum..

o yüzden abartmayıp.. sadece baktım soru işaretlerimle birlikte.. diyeyim..

-onlar çiziyor ama sen de yazıyorsun.. dedi..

etmedik devam..

ama kafamda bi soru.. otoportre midir nedir bilmem ama ..ne demeye ille kendimi anlatıyorum da ben gerçekten .. üstelik çok da bir hayranlığım yokken hatta sık sık.. yerden yere vururken kendimi..sanki pek matah mışım gibi..

alt kata indik konuyu yanımıza alıp.. otoportreleri  yukardaki salonda bırakıp..

derken.. bir video izledik..

feminist protestonun göbek dansı eşliğinde kadın vücuduna el yazısıyla yazılması konulu kısa filmi izledik..

yok bişey kaçırmadınız.. fonda göbek havası.. bir kadının memelerle kasık arası bölgesi ekranda.. biri yüksek sesle dikte ediyor diğeri de ispirtolu kalemle yazıyor kendi bedenine....

ama fikir iyi ..çarpıcı..

derken sıra esas fotoğraf sergisine geldi..

sergide bazıları güzel.. hani evet alır ve evimin duvarına asarım derecesinde güzel.. aman kibelem nasıl çekmiş bu kareyi nasıl yakalamış fevkalade çığlıkları attıracak bişey yok da..

karışık serginin grup halinde asılmış fotoğraflarının yanında.. bazı sözler vardı.. yazılı..

fotoğrafı çeken mi eklemiş dosyasına.. sergiyi düzenleyen mi bilmiyorum..

ama bir grubun yanında.. şöyle bir yazı..

christina dimitriadis.. özel mekan..

düşleme..

kendini ölümsüz kılabilmek.. suretini bir ömrün vadettiği süreden çok daha uzun bir zamana yaymak..ancak bir resimlemenin işidir.. otoportre çeken fotoğrafçı dünyada geriye bırakacağı bit özellik olduğuna inanandır.. bunu sanatsal bir anlatımla doğrudan portreliyerek veya kendi kimliğinin bir parçası olan özel mekanını da çerçevenin içine taşıyarak yapabilir.. “

kendini ölümsüz kılabilmek.. suretini bir ömrün vadettiği süreden çok daha uzun bir zamana yaymak..dünyada geriye bırakacağı bit özellik olduğuna inananmak…

yüksek öz-değer diye buna derim..

o gün bugündür düşünüyorum.. ilk kendimi anlatma anlattırma derdine düştüğüm günü de buldum..

arabesk olacak ama anne ve babamı kaybettiğim yıldı çekirdeğe hamile kalışım..

nedense doğumda ölürsem  fantezisine kapılmıştım..

doğumdan önceki akşam.. kankama “ölürsem eğer.. 19luk.. beni tanıyamamış olacak.. sakın çb’ye bırakma bu işi.. beni ondokuzluğa sen anlat.. sen DE anlat demiştim..

sanırım.. bazı şeyleri bilmişim o zamandan..

kimisini de hissetmişim..

belki dışa vurduğum gibi görünenlerin daha büyüğü içerde kaldığından bu kaygı..

bilmem ..

ama bişeyi biliyorum..

burda anlattığım beni .. ben en çok.. bana anlatıyorum..

taş kafam anlarsa bi gün diye..

*************

en kötü haftamız böyle olsun diyerek .. bitiriyorum..

yeni bir haftasonuna doğru yelken açarken..

*************

notlar..

bir fotoğraf sergisinden sözcükleri alıp çıkmak.. özel bir duygu.. deneyin.. sözden güzel çizim yok ..bence..

yara izlerinin fotoğrafını gönderip.. aynı o yara izinin şeklinde.. altın ya da gümüşten bir takı yaptırılabilen bi site var nette..

ben de yaptırmak istedim ama duvar resmi kadar olurdu benimki..=) vazgeçtim..

13 Mart 2010 Cumartesi

öfkehüzündüşüncekarmaşası…

boğazın sırtlarındaki bir semtte oturuyorum ben..

israr etsem yürüsem.. sanırım otuzbeşkırk  dakika..

arabayla trafik olmadığında.. beş altı dakikada ulaşabiliyorum.. en güzel yerine..

altı yıldır oturuyorum o evde..

ilk beş yıl.. boğaza inme sayım toplam altı kezdir.. daha fazla değil..

neden.. neden çok..

çünkü pazar sabahları uyumaya çalışıyorum haftanın tün diğer günleri altıda kalkan ve gece de erken uyuyamayan biri olarak..

saat on gibi uyanmaya daha doğrusu kalkmaya çalışıyorum..

zira.. diğer günler saat sekizden önce kalkmayan ve evde ise saat on gibi uyuyan çb.. pazar sabahları altıda kalkıyor ve beni de uyandırmak için bir dizi gürültülü işe girişiyor..

önceleri tatlı sitemlerim.. acındırma girşimlerim..aşkolsun ama.. cümlelerim.. giderek.. o bunu sürdürdükçe.. sinir bozulmasına.. ve kendini değersiz.. özen gösterilmeye değmeyen kadın gibi hissettirmeye başlıyor.. sonunda da sabah huysuzu şeklinde homurdanan bir kadına yerini bırakıyor..

onu odadan attıktan sonra.. o sinirle.. yine uyuyabilmemse.. gerçekten uyku açlığımdan.. genişliğimden değil..

bir süre sonra çb.. kendini boğaz yürüyüşlerine alıştırdı..***

sabahın köründe kalkıyor ve yürüyüşe gidiyor..  dönüyor ve hazır kahvaltı sofrasına  oturuyor..  ama genellikle huysuz dönüyor..

bazen ben de erken uyandıysam gel diyor sen de gel.. ama onun yürüyüşleri.. şöyle.. in.. arabayı park et.. yürü dön eve gel hazır kahvaltıya otur..

ben ise ancak.. arabayı park et.. yürü.. bir kahve molası ver.. ve eve dön..duşunu al.. programı seviyorum..

arabayı park et.. yürü.. eve dön.. iki yeni uyanmış çocuk ayaklarının arasındayken henüz terini akıtmadan kahvaltı hazırla.. duşunu almış çbnin ve pijamalı uyku kokulu çocuklarınla terli kahvaltını et.. terli sofra topla..

sahi..bunu seven varsa.. hayranlığımı belirtirim..

bunun orta yolunu.. zaten ben her pazar uyanamadığıma göre.. en azından benimle birlikte indiğinde.. şu sonunda keyif molalı yürüyüş modeline katlanıp katlanamayacağını sordum elbet.. ama hayır katlanamazmış..

seeeemiyormuş..

eh seeemediğini yaşatmıyoruz bizim evde kimseye.. ben hariç..

peki geçelim..

ben sabah erken ya da geç uyandıktan sonra.. eğer ilkbahar yaz sonbahar döneminde isek.. kendimi bahçeye atarım.. çiçek böcek.. toprak kabartma.. dal kırıp çelikleme.. börtü böcek ayıklama.. tohum ekme.. budama.. binlerce çeşit bahçe işi dışında.. saksı boya yeniden yerleştir.. konsept köşeleri hazırla.. bahçe aksesuarları oluştur.. bloğa bloglara yazı ekle.. /ki böyle bir pazar sabah erken “yaşamı sevelim.. en azından ben seveyim yahu gözümü kapatıp” yazımı eklediğimde tanıştım mesela simurgla.. onun da sabahın köründe yaptığı yorumla hem de boğazdan yaptığı..yorumla../ gibi keyiflerimi yaparım..

ama elbet bir de yorulur ve kirlenirim..

duş .. kahve.. derken sonunda tüm uyananlarla ve eve geri dönenlerle  beraber kahvaltı..

sonra ben otururken.. çocuks ders yapar çb de uyur..

sonra..  öğleden sonra  bazen  herkes ortak ritmini yakaladığında.. naapsak denir..

artık boğaz çok kalabalıktır gitmek için.. der çb.. trafik de keşmekeş..

zaten çb o saatte inerse bir balık keyfi ister.. tutmak ya da yemek..

ben tutmak bölümünü sevmem olsun ben de dergi filan okurum .. ama hayır.. çocuks sevmez..

illa ya oltaya takılır.. ya misinaya.. ya da huysuzlanır ya da üşür ya da uykusu gelir..ya babasını delirtir.. yani illa bi mutsuz çocuk vardır.. mutsuz çocuk anneyi vırvırlar.. üç kişinin mutsuz olduğu yerde.. dördüncü de.. olmaz.. yani boğaz öğleden sonra.. balık tutmak için .. bize yasak..

yemek için de..

balık yemeyen.. eziyet sanan .. o yüzden aç kalan.. homurdanan .. huysuzlanan  ve ortalıkta dolanan çocuklarla..balık restoranını.. ben ve ol çocuklar istemez..

çb hiç keyfini bozmak istemez.. ağır ve sakin yer balığını.. acele etmez.. ama sonunda sinirlenir.. “kıymet bilmezler” olarak tanımlarken diğerlerini.. kendi sevdiğini sevmeyip pasif protesto edenleri.. ve beni.. “balık yemese de olur.. rahat bırakılsa yiye de bilir” kadını..

yani balık yemek için de.. tutmak için de.. boğaza gitmez bi aileyiz biz..

şimdi alternatif programlarımızı ve yapmaktan vazgeçişlerimizi ve herkesin kendice pazar geçirmesinin hüzünlü öyküsünü anlatmayacağım.. hüzün burda.. sadece bendeki başarısızlık duygusunda.. ne olsa yuvayı dişi kuş yapar.. neden ben de diğer anneler gibi düzgün herkesi mutlu eden pazarlar yaşatamadım sorgusunda gizli..

yoksa herkesin keyfi yerinde.. aslında.. çb spora *** gider her pazar aynı saatte.. uzun uzun spor yapar.. arada gel seni de masaja götüreyim bonus puanını atarak önüme.. ve bu bonus genelde “anne fransızca sınavı var beraber çalışmalıyız” “anne xxxynin doğum günü cehennemin dibinde beni götürmen gerek”.. “anne projemin yarın son günü".. yardımın gerek tamamladım ama öğretmen bunun şusu da olsun dedi.. ama benim de deneme sınavına hazırlanmam gerek yetişemiyorum”.... “anne bana bi deli gömleği gerek”..”bi maske gerek “ “bi.. pelerin gerek .. okula ekmek yapıp götürmem gerek”.. cümlelerinden  birini söyleyen çocuklardan birinin işbu cümlesi çb ve benim tarafımdan   da duyulup.. sadece benim tarafından da algılandıktan hemen sonra gelir..  dolayısıyla düzenli seferler halinde reddedilir.. yine üzülerek.. bu adamceyiz de ne dese reddiyorum.. hay kibele kaygısı ile.. akşama telafi edebilmek için.. geç de kalsa.. nerdeydin denmeden.. hoş geldin hayatım yuvana şeklinde bir üstün karşılama ve en sevdiğin…. xxxxxi hazırladım bak.. telafi girişimi ile..***

boğazda akşam yürüyüşleri de benzer nedenlerle.. trafik adım adım.. park yeri yok.. kybelenin emri sanırısın arabayla inmeyi boğaza..

egzos kokusu..duran trafik..  çocuk sıkılır.. çocuks sıkılınca ben sıkılır.. arabadan inmeden bir dondurma alınabilir.. ve ellere arabaya bulaşan.. ben sevdim sevmedim bağırtıları arasında tıkınılabilir..

geçelim..

biz altı yıldır o evde yaşıyoruz ama sadece altı kez indik boğaza ilk beş yılda..

************

nerden geldi..

iki şeyden.. çekirdek miydi.. tohum muydu neyse o hanım.. ciddi bir hata yaptı geçen hafta ve ben ona cezalısın dedim..

iki ceza.. biri iş çevirdiği için.. klavye ve mauzunu bağladım..iş çevirdikleriyle iletişmesini kısıtlamak için..

ikincisi.. kaçak bi yere gitmek için iş çevirdiğinden.. “bir” hafta sonu dışarı çıkma cezası..

kısmet bu ya bu hafta sonu hava çok güzel..dünden beri bugün gündüz hatta öğlen için bi program yapmış sıkıştırıyo beni..

hep yanımda birileri varken telefonda sıkıştırıyo..

ben de.. konuşuruz diyorum.. çünkü herkes b.kuna cila yaparken sen daha geçen hafta evden yalan söyleyip çıktın cezalısın cümlesi kurmak istemiyorum kendi çekirdeğim için.. elalemin yanında..

bu sabah uyandım.. hanım kalkmış.. şarkı türkü..

gel konuşalım dedim.. soyundum banyoya giriyorum.. çıkayım gelirim dedi..

o banyoda iken ben de elimi yüzümü yıkadım.. çıkarken.. bak çıkınca hemen yanıma gel dedim..tamam annemmm dedi..

derken ben tekrar yanına gittiğimde.. giyinmiş.. ve hatta gözler de boyanmış..

saçlar şekillendiriliyor..

hayrola dedim?? e söyledim ya çıkıyorum..

işte o zaman delirdim..

zira ben çekirdeğimi.. tam da süslenmiş hazırlanmışken evde oturacaksın deyip kaymaklı üzüntü vermek istemeyecek kadar çok seviyorum..

ama ergenliğin çalkantılı suyunda kaybatmeyecek kadar da çok seviyorum..

….ben sana yanıma gel konuşalım diyorum sen bana emrivaki mi hazırlıyorsun.. ben sana demedim mi cezalısın diye.. hem beni sıkıştır olmadık insanların yanında.. rahat cevap veremeyeyim.. hem seni düşün.. hem yaşamaya çalış ulan.. şeklinde bi sürü gereksiz bağırıntı.. bağırdıkça daha çok sinirleniyorum çünkü haksızlığa uğramış hissedecek bu tona yükseldiğim için oysa değil.. ceza gayet gerekli ve dozunda..daha dün bedel ödediğini hissedene.. eksiklik hissedeceği kadar.. dendi bana süre olarak.. ilk güneşli cumartesi bir tek hafta sonu ile.. bir kaçamağın bedeli süper alınır..

bir de durumu önceden be lirlemek gerekli dendi.. onu da yaptım.. bundan sonra bir kez daha.. bu süre bir ay olacak.. bir kaçamak.. bir yalan.. dört hafta sonu demek..

ama bunlar konuşma ve bildirim tonunda olamadı.. gereksiz bir laf kalabalığı.. oldu..

benim öfkem de bu yüzden..

kendimi kontrol edemediğim için kendime.. yanımda olup beni kontrol etmediği ve zaten olayı ayrıntıları bilince.. cezaları genelde kuru bağırma ve bundan sonra asla .. şeklinde veren hırsı geçer geçmez.. geri alan .. o yüzden yanımda ya da değil.. her şekilde beni yalnız bırakan.. eksikliğini hissetmememe yol açan..çbye..

gelmişe geçmişe.. öfkem artmaya gereksiz cümlelere kaymaya..

başladığında.. durdum..

tekrar ve daha sakin bir şekilde.. durumu özetledim..

süngüsü düşmüş olan ama alternatifler deneyen.. o zaman seninle işe geleyim diyen.. çekirdeğe.. bir de bunun.. olmayacağını.. çünkü.. benim de.. kendime göre program ve yaşamım olduğunu.. onu cezalandırmanın kendimi de cezalandırmam anlamına gelmediğini hönkürdüm..

buna en çok kendimin inanmasına gereksinimim var..

 

derken..

ondokuzluk geldi karşıma..test ve ders arasında mola verdiğinde lütfen..ilgilen bugün kız kardeşinle dedim..

hiç işim olmaz dedi..

aslında gerçekten birlikte bi sürü şey yaparlarken zaten günlük hayatlarında.. bunu ben istediğim için..

ona da kızdım birden.. zaten istim üstündeyim..

yapman gerek dedim..

neden dedi..

çünkü biz bir aileyiz..

hiç alakası yok bunun konuyla dedi..

sen öfkelendin.. ve öfkelenmene de öfkelendin..

aslında herkes senin gibi öfkelenir.. öfkelenmekte olduğu ile uyarılar verir karşı taraf algılamamakta israr ederse de öfkelenir.. söyler.. ama sonra.. biter.. susar.. sen hiç durmadan oluşmuş olan öfkeni.. sürdürmeye çalışıyorsun.. geçmesine izin vermiyorsun..

bunu söylerken öfkeliydi..

durdum sustum..

çıktım..

işe gelirken yolda.. düşündüm.. haklıydı.. ama benim de daha uzun bir ömrüm.. daha çok hayal kırıklıklarım.. daha fazla özverilerim vardı bu çok bilmiş ve öfkesini kontrol edebilmeyi de benim sayemde terapiye giderek öğrenmiş ondokuzluğa kıyasla..

suçluluk duymama engel olmadı bu ama cümlesi..

geri almak istedim tüm söylenmelerimi alamadım..

telefon açtım eve..

cevap vermedi.. dört kez.. onar kere çalıp sustu telefon.. yeniden endişe ve öfke duymaya başladım..

sonunda açtı çekirdek fıstık bişey..

endişelenmeye başladım dedim hepinizin yanı başında bir telefon var ama açmıyorsunuz..

sonra.. kaynağın söylediğini söyledim..

bu bağırtı olduğu için üzüldüğümü..

ama aslında acaba kendimi doğru ifade edip edemediğimden endişelendiğimi.. söyledim.. ben şu anda hiç bişey hissetmiyorum dedi..

peki haksız yere cezalandırılmış gibi hissediyor musun..

hayır dedi..

teşekkür ederim dedim.. usulca kapadı telefonu..

sonra düşündüm.. yarın sabah hava bu kadar güzel olursa.. onu da alıp bebeğe kahvaltıya gitmeyi..

düşündüm de..

ordan geldi aklıma bunların hepsi..

ha bu arada ben bebeği ve boğazı.. son bir yıldır.. mesken edindim..

buradaki ben.. bizim hane kalkının içindeki ben.. yoksa.. bebeği boğazı yalnız değil sevdiklerimle paylaşmayı kastetmiyorum..

benim gibi yürümeyi sonrasında mola vermeyi..

benim gibi sabah erkeni..

benim gibi gece geç saati..

benim gibi ortamı seven ya da en azından beni sevdiği için .. benim sevdiklerimi paylaşmayı seven.. benim de karşılıksız bırakmadığım kişilerle.. paylaşmayı..

varmış böyle bir olasılık meğer.. evet..

güzel günler bizler için olabilirmiş.. de.. bu neden bana hüzün veriyor..

geç keşfettiğim için mi.. başka sevdiklerimin bana ne kadar avangard davrandıklarını farkettiğimden mi..

bilemiyorum..

 

geçenlerde kaynak dedi ki.. gülerek.. hepimiz alphayız dedi..

bir ailede en fazla bir alphaya yer vardır aile davranışlarının sürmesi için.. ama biz dördümüz de alphayız.. o yüzden alışıldık aile formatını yaşayamıyoruz..

alphaeşittir dominant karaktermiş..

doğru mudur bilmiyorum..

ama bu eğer bir gerekçe ise.. beni en az üzecek gerekçe olduğu kesin.. o yüzden sorgulamadan kabul edesim var..

----------------

not bir.. kendimi haklı çıkarmaya değil.. sadece düşünce ve olay akışını tarafsızca.. ama elbet kendi duygulanımlarımla yazıyorum..

birine fatura da çıkarmaya çalışmıyorum..

yazarken.. yaptıklarıma yapacaklarıma dayanak bulşmak da değil amaç..

sadece.. oluyor yaşıyorum.. sonra düşünüyorum.. kendi düşüncemi davranışımı düzeltmek.. niyetim.. kavgam kendimle..

başka türlü görünse de..

bir de elbet kayıt olsun diye.. gereğinde..

--------------------

bir önceki cümleyle ters düşmüş gibi görünen.. ama yine aslında bir dönem hissetmediğim ama şimdi her anıda.. her öyküde aklımı bir şekilde dürten bir fikir olduğundan.. çok kadınsı suçlama sanatında.. yükümlülüğü başkasına atma sanatında ustalaşma niyeti ile yazılmamış.. sadece acı bir ruh durumu içinde olduğumu gösteren.. çünkü gerçek bende olmayan yeni oluşmuş ve dilerim geçici olsun.. bir düşünce tarzı olacak olan dip not..

*** yerler.. buraya şimdi yeni durumumda.. birkaç ünlem ve soru işareti attırabilirim.. dediğim yerlerdir..

9 Mart 2010 Salı

aslında yazmıştım bişeyler ama gitti.. bi hamlede

kaydedeyim mi dedi.. yok dedim.. yeni sayfayı soruyor sanmıştım .. yok hepsiymiş..

bi dolu ..veriyi kaybettik..

beyin ve hafıza a kusurlu özeteleyeceğim o zaman..

sabah bir hasta görüyorum.. kadın hasta orta ile yaş grubu.. ağrılı eklem sorunuyla geldi.. tanıdıktan referanslı.. olmasa da çok şeker.. zaten kendi kredisini yaratır böylesi.. tatlı dilli..

tedavi bitti.. kontrol yaptık..

kolyeniz dedi çok güzel…

dün akşam yaptım dedim..

demek ki içinizdekini vuruyormuşsunuz dışarıya.. ilk gün dedim kızıma.. ne k..adar süslü ve farklı bi tarzı var dedim..

eh dedim.. inanışıma göre giyim bir dışavurumdur zaten.. ben de bu kolyelerle içimdeki hafif meşrepliği vuruyorum dışarı..

güldü..

şimdi bakmayın dedi.. ama ben de sevrdim.. küpelerim meşhurdu benim..

hem de bir çifti kulağıma takar yanıma yedek bi çift alırdım..

yaradan muhafaza etsin ya biri düşerse.. tek küpeyle kalırsam felaket olur.. naaparım.. dedi gülerek .. bayıldım.. dedim çok yaşayın.. bu keyfi de hiç kaybetmeyin.. ama zaten benim dememe gerek yok.. bişeycik olmaz size..

***********

dün akşam eve gittim.. çekirdek uyuyor..

bir saat sonra filan uyandı.. annneeemmm dedi.. elinde bir buket sümbül.. kadınlar günün kutlu olsun..

teşekkürler dedim.. emekçi kadın günümü kutladığın için..

hah bak silineni de hatırladım..

=P..

dün bir yaşlı bey.. hani kestanenin ortağı olan..

dedi ki.. odamdan çıkarken..

kadınlar gününüz kutlu olsun..

emekçi kadınlar günü dedim..

hepiniz emekçi değil misiniz dedi..

uzun yıllar önce çok sevdiği eşini kaybeden ve yenilerde yeniden evlenip yeni eşle birlikte istanbul dışına yerleşen arada buralara oğlunu bizi ziyarete gelen bu bey..

hıhı evet ama eğer kadınlar günü dersek o zaman kalan üçyüzaltmışdört günü erkeklere  bırakmış oluruz.. oldu cevabım =P..

evet böyle düşünüyorum artık..

hepimiz emekçi de olsak bu çalışan kadınları kutlama günü ve diğerlerinin ve tümünün.. “kadınının insan hakları günü olabilir..

********

candanı dinliyorum arabada gidip gelirken..

dün .. baktım unutama beni şarkısını da yorumlamış.. ama bir de unuturuz gibi bi şrkı var albümde..

candan sanırım sevgiliden ayrıldı..

albümden analiz yapacak olursam..

beşyıl bilmem kaç yıldır sustum artık konuşma vakti diye bir kapak yazısı..

ilk şarkı.. kırık kalpler.. /herkesin sorunu var canım sadece sen değil … red/ git.. ikinci şarkı../ aman gidersen git.. zaten beni benim istediğim gibi sevmemişsin ki.. bak ne numaraların çıktı giderayak.. önemsememe/.. sonra.. unutama beni.. / yani tamam git ama sürün gittiğin yerde.. unutama beni yiyeme içeme sevişeme beni anmadan/.. böyle gidiyor.. sonra arada bir.. unutursun şarkısı.. yani aslında ben.. beni unutamayıp sürünmeni isterdim ama.. unutacaksın nasıl olsa.. eh bari ben de unutabilirim bunu bil de.. önemseme kendini.. diyoruz bu noktada /..

sonra.. insan cesur olmalı.. biraz yoldan çıkmalı.. çıktın yoldan diyenlere sorarım yahu yol nerede.. doğru mu kalmış varmış meğer hayatta.. bu noktada.. işte.. "çivi çiviyi söker şekerim.. bırakmayacaktın beni.. ben de.. tadını çıkarırım hayatın.. aklın takılır kalır böööle bana.. bu kadın benimleyken de böyle hoş muydu yahu dersin.. böyle çatlarsın.. " dedikten sonra.. tabii ben de seni kırmış olabilirim.. yanlış yapmış söylemiş olabilirim şarkısına geliyoruz.. ki bu da her ayrılığın.. sonunda insanın “papayıdaben vurdum zaten.. boşunaağcayıaldılariçeri durumunu yansıtan şarkı..

 

eh herkeste aynı sıralama olmaz elbet..

ama çalkanıyoruz böyle..
ben iki ve oniki arasında gidip geliyorum.. git.. unutma sevgiler kadar uzak değil pişmanlıklar.. diyenle.. yoldan çıkalım tadını çıkaralım arasında.. e aslında hayat boyu böyleydim.. az dikbaşlı az hüzünlü.. benim çekiciliğim sanırım bunda saklı..=D.. neşeli hüzün var mıdır.. yoksa bendeki nedir???

bugün bir söz duydum gene ruh bilimcilerden..

“seni ve birlikte yaşadıklarımız aklımda kalacak elbet.. ama bunlar sırasındaki duygular silinecek.. işte o zaman ben yeniden sağlıklı bir ruh durumuna gelip.. devam edeceğim hayata.. ve hatta belki seninle olan ilişkimi dostça sürdürmeye “ demiş ayrıldığı kişiye..

ben sesli bişey demedim ama.. hmmmm dedim ve havada aslı duran sözcüklerin altını mor ispirtolu kalemle çizdim..

seçiciciyim evet algıda..

bi de..

hafta sonu o kadar tuhaf şeyler yaşadım ki.. ben..

ama onları yazamadan kestane yazdım diye.. belki farklı bi duygu durum yansıtıyorum ben buralarda diye düşündüm..

şudur..

bir olay oluyor..

candanın albümü gibi.. bin tane dalgalanma yaşıyorum..peşpeşe yazsam.. keşme salatası olacak şekilde.. sonra o duygular dağılıyor sadece yaşanan kalıyor elde.. o zaman fena halde şarap içip.. fena halde.. hayatın ne kadar güzel olduğunu da yaşıyorum doya doya..

sonra.. bir şey daha oluyor..

 

gidin gibin eskiiii yazılara bakın.. taş atılınca dalgalar sönümlenir mi.. geri mi döner filan diye yazılar vardı bu blogda.. onlar sanki daha mı az hüzünlüydü..

 

atalet iyi süper.. endişeye gerek yok..

asayiş berkemal mi diyenlere.. şimdilik asayiş kemali hallediyor.. kemal sırasını bekliyor diye özetliyorum.. durumu =D..

bir kararı ve bir uygulama zamanı belirledi..

arada fikir jimnastiği yapıyor..

*****************

hafta sonu olanları.. yazmam gerek burada.. ama şimdi..

inip biraz daha çalışmam sonra da.. iki blıyla..vaen gibi ha akşam şaraplamaya gitmem gerek..

******************

resimde.. dışa vurumum olan.. kolyeyi ekleyesim vardı ama olamadı.. puanlı tül.. iri payet.. ipek fırfır ve sallanan siyah kristallerden oluşan bir kolyedir kendisi..

bir de siyah tüle.. füme kadife kurdele kıvrımlar arasına da fume cam kristaller ve siyah püskülden oluşan kızkardeşi var ki.. buduar havasına tam uyarlar.. ikisi de ellerime sağlık =D

artık başka zamana.. resimleri  =P….


*******

arkasıyarındeğilazsonra



tamam ya yazıcam
..
az bekleyin....

Image Hosted by ImageShack.us

8 Mart 2010 Pazartesi

kutlama..

SDC10157

elinde sıcak kesekağıdı..
düşünekaldı..

ilk anda.. görmezlikten gelmişti önüne bırakılan kesekağını..

sonra da.. kol boyundan öteye koymuştu..
masanın üzerine..

ama o yine de..
"sana kestane getirdik" demişti..

ve kadının yanındaki yaşlı ve eski dostun dikkatini çekmeden..
kendisini ve kesekağıdını görmezden gelmesini..
sessizce bu sahneyi ve bu getirileni reddedişini..
baskılayarak..

tek cümleyle bir umursamazlık ..
tek cümleyle bir yüzsüzlük romanı yaratmıştı..

sıcak kesekağıdı hala elindeyken..
karar verdi kadın...
"kestane sevmiyorum artık" diyecekti bir daha ki sefere..
ve onun gözü önünde diğer kişilere dağıtacaktı..
bırak o açıklasın sonra neler olduğunu..
yanındakilere.. eğer garipserlerse.. sorarlarsa..

senin sevdiğimi bildiğin hiçbirşeyi sevmeyeceğim.. artık..

hala sevsem de .. sevmeyeceğim..

farklı zevkler edineceğim..
hiçbirini tahmin bile edemeyeceğin..
farklı sevgi kaynakları bulacağım..

böylece ..

"senin sevdiğini bildiğim bir şey getirdim sana..
seni sevindirip ..
sana kendini sevilir zannettirip ..
gözünü boyamak..
yetmedi bağlamak için..

ve şimdi kuyruğumu toplayıp gidiyorum..
kendi sevdiğim şeyleri yapmaya.. yaşamaya..
sen sevdiğin şeyi..
ben getirdiğim için daha da severek..
bu arada beni de severek kal burda...
"biz" olduğumuz sınırların içinde..

seni kendim için güvenlik altına aldım..
sorumluluklarla donatıp..
sınırlarını duygularla çizdim.. işaretledim..

ben bildiğim.. sevdiğim şeyleri yaşamaya gidiyorum..
senin hiç bilmediğin..
ve benim değil bilmeni ..
hissetmeni bile istemediğim.. şeyleri tatmaya..

ben ben olduğum..
özgür.. rahat.. keyifli.. çekici.. yıldız olduğum yerlere gidiyorum..
değerli olduğum yerleri bırakıp..
değersiz ama parlak olmaya gidiyorum..

sen elinde.. benim seni ne kadar tanıyıp özendiğimi hatırlatan kesekağıdınla..
ben getirdiğim..
senin sevdiğini  hatırladığım için..
kendini değerli.. sevilen olarak hisset..
ve burada.. kal..

böylece ben özgürlüğümü yaşarken..
seni düşünüp tasalanmayayım..

ya o da yıldızlaşırsa ..
yalancı yıldızlığın tadını alırsa..
diye dertlenmeyeyim..

benim sıcaklığım yerine kestanenin kesekağıdının ısısı yeter sana..

değil mi ki bu saflığınla..
hayatı ve sevgileri güzelleştirenin küçük şeyler olduğu inancınla..
o kesekağıdı ısıtır içini..

değil mi ki.. sevdiklerini özgür bırak ..
seni seviyorlarsa nasılsa döneceklerdir sana dersin hep..
sen farketmeden yokluğumu..
sorgulamadan nedenini.. dönerim geri....

seni otuz gram kestaneye..
bir demet boynu bükük çiğdeme..
promosyon gelmiş bir baş ağrısı bandına..
yüz gram manda yoğurduna..
tuzsuz lora..
kornişona..
ufak kırmızı turplara..
tek başına seyredeceğin..  kaçak ve ucuz bir fransız filmi devedesine..
kiralıyorum..

seni..
senin bana olan sevgi ve güveninin..
ve benim sana duyduğumu sandığın sevginin..
samimi gibi görünen küçük armağanlarla çevrelediğim..
içtenliksiz yaşamımızın..
sınırlarına hapsediyorum.."

demiş olamayacaksın..

böylece beni yaralayamayacaksın..
kendimi yaralamama yol açamayacaksın..

böylece herzaman ne olduğunu bildiğin sınırlardan kuşku duyacak..
ve belirsizliğin.. yabancılaşmanın.. tuhaflığını tadacaksın..

hep orda olduğunu bildiğin bir koca binanın bir anda yok oluşunu görmek gibi..
hayretle dolu bir boşluk duygusunu.. tanıyacaksın..

diye düşündü..
sıcak kestane kesekağıdını çöpe atarken..

***********

resimdekiler..
bir medyundan kardeş kokusu karanfil..
bir hemcinsden morkapaklı ruj..
bir tanıyandan.. kalp şeklinde kırmızı çikolata kutusu ve..
kestane..

3 Mart 2010 Çarşamba

ne alakasızbirçağırışım

 

-neden rEca ederim derlerdi ki..

dedi..

-kibarız daha da kibar olalım diye mi ki ??

-nayır nolamazlar da vardı ya..

-onlar daha etkileyici olsun diyeydi.. yoksa öyle konuşan kimse yoktu.. ama biliyor musun eski deyişler hep yok olmakta.. mesela o eski filmlerde o yıkık dökük ahşap evden biri fırlardı ve birşeyler söylerdi.. unutuldu hepsi.. akıntı çağanozu mesela sadece istanbullulara has bir deyişti.. kalmadı unutuldu..

-evet teatora da derlerdi..

-obiraz buradaki rumların etkisiyle idi.. hafif bozuk bir yabancı dil..

-iskorpit gibi..

-e ama skorbut demek de zor tabii..

-istop oynardık bi de.. =D.. aslında stop işte.. bi de iiiiisssstoooop diye bağırırdık.. diğerleri de dururdu..

-ne diyordu o hasta florens naytingeyl hastanesine..

-floewsan naytingeyl..

-eh der elbet.. öyle isim koyarsan..

eski zeki müren filmleri sipariş etmiş.. derdi.. eski diyalogları yakalamak..

dedim ki..

bu kadar yıllık sohbetlerimizin acaba ne kadarı bizans ne kadarı da sözcükler alışkanlıklar gelenekler ve çıkış noktaları üzerine..

derken aklıma biri sarı diğeri yeşil boyaları yer yer silinmiş iki tahta harf geldi..

bir şifoniyerin dik bölmesine benim çocuk elbiselerimi  asabilmek için yuvarlak uzun bir sopayı.. bak o da eski bir oklava olabilir.. bir C bir de O harfi çakmıştı babam..

O harfi olduğu gibi idi de.. C harfinin ağzı yukarı doğru bakardı..

oklavabenzeri sopanın bir ucu  Onun tam ortasına yerleşir.. C nin ağzından içeri sürülür.. böylece takılıp çıkarılabilirdi de gereğinde..

eski bir oyuncak alfabenin iiki harfi..

gerisi neredeydi hiç hatırlamıyorum.. hiç benim olmuş muydular.. bilmiyorum..

ama açılan bir kapaktan o iki harfin nasıl göründüğünü hatırlıyorum dün gibi..

3-4 yaşında olsan gerek.. yerden yukarı bakmam gerekiyordu o taş çatlasa birbuçuk metrelik yüksekliğe..

neydi dönüşümün üç sözcüğü.. hatırlayalım..

re-use.. yeniden kullan..

re-cycle.. dönüştür..

re-duce.. azalt..

 

sahi mart geldi değil mi..

benim halkalardan biri daha kapanacak ..

1 Mart 2010 Pazartesi

havaya mı giriyorum nedir

gerçi blog okurlarını dağıtana kadar inat ettik düzensiz yazdık di mi canıtın..

ama olsun..

tilkilik var serde işte..

lise boyunca sekiz sene gri ve beyaz giydikten sonra yıllarca giymemiştim gri..

sonradan da.. eh bir tane filan gri veya füme aksesuar bulundu o kadar..

ama bir geri saplantısı almış durumda beni..

morla da yakışıyor tabi..

bi de bjle birlikte seviyorum..

kumun üzerindeki gri denizde yuvarlanmış taşlar gibi ya da kendileri gri bej çizgili olmuyorlar mı hani

onlar gibi..

bi de iki yıllık siyah beyaz mor dışında giyememem aman döneminden sonra.. azıcık turunculanasım gelmiş durumda..

ama yine aksesuar .. yoksa mor kıskanır..

gri bana volkanları.. külü.. donmuş çimenlerin yeşilimsi grisini anımsatıyor serinlik duygusu veriyor.. ama yüzümü de.. mumyalara benzetiyor.. o yüzden kırmızı rujsuz çıkmam abi durumu oluştu.. ama kırmızı ruj turuncuyla da morla da gitmiyor..

işte bu hafta böyle bir derdim var..

hem aksesuarlarımla uyuşacak hem de griyi parlatacak bir ruj rengi söyleyin bakiim..

**********

erkek okurlarım geri gelin.. gezi yazısı.. yol yazısı.. meyhane yazısı.. ctesi bir meyhane.. sakın yanılıp da gitmeyin diye söylüyorum.. feysdeki resimlerdeki gülüşüme kanmayın.. yemekleri lezzetli de olsa.. servis kötü.. garsonlar.. terbiyesiz.. ambiyans tatsız..

sevmedim.. bi daha da gitmem.. aynı binada en üst kattaki yerin aksine.. sarısiyahavlumudurnedir..

*****************

ben birçok kişiye obsesif nooolcak derken..

galiba kendim gizli obsesifmişim..

=)

gerekçelerim..

gün sayarmışım..

bi aralar ondörtmetrekaredeondörtgün.. diyordum..

şimdi on ikigün diye dolanıyorum..

onikigündür çok gerdi beni ev ahalisi.. aklımda bi gitmek fikri..

ki gerekçe iki bu oluyor..

gitmek.. takıntısı..

ikili üçlü majüskül harfleri olan marketlerden birinde dolanırken.. termos.. hem de mor görüp almıştım .. anlatmışmıydım..

ve üç tane de metal halka gibi sapı olan takılıp çıkarılabilen sapların içine oturan mükemmel beyaz porselen fincanlar..

çekirdek sen yola üç kişi çıkıyorsun dedi diye.. ancak üç adet alabildim..

neyse işte gitmek takıntısı gelince..

topladım termosu fincanları neskafenin yeni çıkardığı serinin mayld olanını.. süt tozu ve kepekli kurabiyeleri..

ev yapımı  süslü bej boyalı..  gri-mavi bej tual dö juy kumaşla kaplanmış sepetin içine yerleştiriverdim.. üzerine hangi ben gibi başka manyak parisin ortasındaki adadan hem de fred periden kurulama bezi alır ki dedirten kırmızı bej yumurtalık desenli örtü yerleşti.. benzincide her türlü sıvı takviyesi ve candanın son albümü.. kırıkkalpler bişeysi..

iki de ne desem dost arkadaş sırdaş keyifortağı hatunu bana katılmayı kabul edince kareyi topladık..

tamam biliyorum kare dörtlüdür hani pokerde briçde filan ama bizim üç fincanımız var.. her fincana bie sevilen olunca.. sonuç böyle işte.. benim yol karem üç kişiden oluşuyor..

albümden sonra bi takıntım daha oldu.. gitmek takıntısı duruyo da.. bi de yanına “git”… takıldı

dinlemediyseniz dinleyin ama en azından sözlerini okuyun bulup..

yeter ki onursuz olmasın aşk diyen şarkı kadar yer etti benim gönlüme..

diğerleri albümün birince ve onikinci parçaları..

ilk şarkıda herkesin gönlü kırık diyor..

e kim kırıyor o zaman bu kalpleri dedim.. sanırım karşılıklı.. kısır döngüsel bişey.. birinin kalbini sen kırıyosun biri de seninkini.. öylece kimsenin ahı kalmıyor.. desem öyle de değil..aslında kimi durmadan kalp kırıyor mesela.. ee.. demek sayısal değil.. nicelikle ilintili bişi bu.. bir tanesi yetiyor… ki bütün kalpler kırık durumu var.. =)..

bir albümün beğendiğim parçasını ripiite alıp al başa sar başa dinlemek de benim takıntım aslında.. sadece git”e özel değil.. yanılıp şaşırmayalım.. etti mi bi takıntı daha..

yollar ormanlar içinden gidiyordu. meşeler hala sonbahar renginde olsa da birkaç bahar tomurcuğu birkaç süsen birkaç nergis birkaç da.. hellebores bulduk.. onların altından da mini mini kış menekşeleri.. violavulgarisler..

ormanlardan ilk kıyıya varışta.. bir erkek tarafından verilen rahatsızlık yüzünden kısa kalabildik ama kahve molamızı aldık.. fincanların hakkını verdik.. ama şöyle bi rahat fotoğraflayamadık..

=P

bi erkekten mi korktun atalet demeyin kızarım..

erkek dediysem beygirdi..

aa bi attan mı korktun filan demeyin sapın bak ona da kızarım..

hem azgın hem de köpekler gibi alışmış beslenmeye oralardaki lokanlara gelenlerden.. aralık pencereden burnunu dudağını içeri uzatıp duruşuna bakılırsa.. açtı..

biz yine erkekleri sevdiğimiz gibi.. şefkat gösterelim dediysek de.. eh biraz da nankördü şu meşum Y yüzünden..

benim de bu hayatta bir çifte daha yiyesim olmadığından.. blokladım kendisini.. sürdüm arabayı.. bir başka kıyıya varmadan hemen önce hamur molamızı verdik.. canım ülkemde gözlemeye mantıya aç kalmayız.. hiç bir bulduğumuzda da.. burun kıvırmayız..

son durak.. yine sahil.. son bir saatlik gün ışığını kumsalda değerlendirdik..

ben yine hedef kulemi.. yol göstergemi yaptım fotoğrafladık yine viktoryaalber müzesinin sahillerdeki taşlar projesine eklenmek üzere.. /takıntı/sonra yeni fikirler geliştirdik.. bu kez martı.. tüyünü /takıntı/balkonundan kolayca kandırıp yanıma kattığımız güzel kadın eliyle ulaştırdı bize.. onu da ekledik minik taş yığınına..

bu kez hamsileme vaktiydi.. şans yine güldü.. bir şömine deyip durmaktaydık kış başından beri..

onu bile yapabilirdik ama kütükler nedeniyle yapmadık.. olsun baktık ateşine..

döndük işte..

duş sonrası.. araba kullanacağım için içemediğim alkohol dozumu merlotundan seçtim gene.. kocaman bardakta.. /takıntı/ iyi geldi..

ve bir hafta sonumuz geçti bitti..

giyinme alanım tımarhane gibi.. oniki gündür üstüste attığım takılar fularlar.. aksesuarlar..

bu akşam onlarla uğraşasım var.. hızlı giyinip evde yine hiç durmayasım var..

Follow my blog with Bloglovin