28 Eylül 2013 Cumartesi

ışık yok renk yok senden uzakta diye yazmış cemal bey saime hanıma..

hem de ..
yemekten dönüp onu evine bıraktıktan yarım saat sonra..
emireri ile göndermiş şiiri..

sms gibi..
ya da muadili internek haberleşme yöntemlerinden biri ile..

ama konu bu değil..
konu varlar ve yoklar..

hastanenin bir avlusu var.. kenarlarında minik kare açıklıklar..
bir manolya ağacı bir malta eriği.. bir sarı ponpon gül..
saksılar var sonra..
birinde güller ekiliydi..
kimse budamamış..
kuşburnuna dönüşmüş..
kuşburunları var hastanenin avlusunda..
kaç gündür buraya ilk geldiğim.. yüksek topuklarımla parke taşlarında yürürken..
alıcı gözle bakıp .. sevdiğim beğendiğim gün var..
garip ki..
üzerimdeki kılık hatta bileğimdeki safran rengi taşlı bilezik bile dün gibi aklımda..
on küsur yıl oldu oysa..

var.. mutfak penceremde.. 
çeliklerden kök salmış iki cins çiçek var..

benim evdeki bahçede ne var ne yok bilmiyorum..
bahçeye çıkasım yok..
yürüyüp dolaştığım saatlerde gün ışığı yok....

sehpanın üzerinde bir yığın okunmamışım var..
murat menteş külliyatı.. bir adet céline..
hem selgin'in hem de tezer'in önerdiği olsun diye..
okuduğun kitapta ve blogda iki farklı yerden karşına çıkarsa..
alacaksın elbet..
aldım ben de.. 
sonra..
gezideki jenerasyonu anlatan bir ilk roman..
birşeyler daha..
var..
toplam 12 kitap..

yolda bir koli daha var..
tezer'in leyla erbile yazdığı mektuplar..
uzamış ergenlik sendromundan muzdariplerin kitabı olduğu söylenen bir yeni eser..
bir şeyler daha var.. 
toplam 9 kitap..

var.... 
elimde üç adet kitap..yekta kopanın karbon kopyası..
cehenneme övgü..
ve 
bir de ursula leGuin var
var
 malafrena..

yok..
okuduklarımla..
haz almamla paralel giden bir yalanma .. 
ağız şıpırdatması..
yok..

fotoğraf makinesinin pili sd hafiıza kartı var..
benim pek kullanıp fotograflayasım yok..

var.. yarılanmış bazı el işleri..
kağıtla yapılanlar..
yarı boyanmış kutular..
bu dantel şunun kenarına tutturulsun durumları..
bunun arkasına şu kumaş dikilecek yastık olacak.. 

yok.. yapasım yok..
ışığım yok.. zamanım yok..
isteğim yok..

var 
dizim var yeni.. hetty wainvroft soruşturuyor ..
diye bi yeni ingiliz dizim var..
ama izleyesim yok..
açıyorum..
radyo tiyatrosu niyetine.. 
o kendi kendine konuşurken ben oyun oynayıp şeker bonbon patlatıyorum..

başka dostlar blogcular..
mayıstan beri yaşanan denilen yapılanların..
günlük yaşamlarımıza eklenerek bize ne yaptığını ..
güzel cümlelerle yazdılar hep..
benden iyi dile getirdiler..
ben sadece..
ani bir enerji bitmesinden söz edebiliyorum..
fuuup diye emdi bişey özümü..
parmağımı kaldırasım yok..

diren atalet deyip.. 
her kitaptan üç beş sayfa..
fotoğraf makinesi yoksa instagramla üç beş kare..
yemek istemiyor canım ama ..
ev yapımı likörden bir kaç yudum..
fındık kokulu kahveden çekirdeğe servis..
hbç'ye ev hediyesi..
mutfağa girip minimalist ama emekli bir salata..
kediye bir okşama..
ginepiglere biraz maydanoz..
.hastalara ille biraz gülümseme biraz moral..
sürdürebildiğim bunlar..

sahaf festivali açılıyomuş.. mutluyum.. 
ama gidebilecek miyim..
bilmiyorum..

hoş pierre lotinin fotoğrafçı kimliğini anlatan sergiye açılışına gittim..
doğan hızlanı da dinledim hatta üzerine kokteyli de içtimse de..
ne anlattım size ..
hiç..
çünkü takılmadı hiç bir şey ağıma..

doğan hızlanın.. şark odalarıyla ilgili bir lafı haricinde..

"loti evinde bir şark köşesi yaptırmış..
ortasına oturup bir de havalı foto çektirmiş..
fransadaki evinde..

bu şark köşeleri bir aralar pek modaydı bizim ülkede de..
şark kahvesi filan da açılırdı..
asla anlamamışımdır..
zaten şark dedikleri biziz ..
şark köşesi de ne bizim evlerde. dedi doğan hızlan.. 
.
işte bu sanıyorum durumumu en iyi özetleyen durum..

olduğu yere öyle yabancılaşabiliyor ya da yabancı olup duruyor ki insan..
şarkta olup şark köşesi yapma komikliği gibi oluyor durumu..

sabah bir şakı takıldı dilime.. 
I I who have nothing.. 
I who have noone.. 
ama words words who have nothing..
diye döküldü ısararla dudaklarımdan..
işte sanırım en vahimi bu..
sözcüklerim bitti.. 
eskiden sadece tek bir sözcüğe ilham gelirdi..
yazmasam da.. beynimde koşuşup beni eğlendirirdi..
ama artık benim sözcüklerim bitti..

çünkü öyle çok şeye üzülüp öfkeleniyorum ki..
yetişemiyorum..
birinden diğerine.

harfine de..
harfi katıp bundan nemalanana da..
harf katıldı diye bayram yapana da..
bayram yapana küfredene de..

afrikada gencecik vefat eden hemcinsime .. meslektaşıma da..
onu öldüren zihniyete de..
ondan söz etmeyen zihniyete de..
ondan bahsetmeyenlere laf edene de.. 

çiçek böcekten başka hiç bi şeyden söz etmeyene..
hayatındaki her şeyden söylenene..
sadece politikayla ilgilenene..
bi ondan bi bundan söz edene..
insan kanı dökülürken..
insan canı ve yaşamı değersizleştirilirken..
vejetaryen olmayanlara yüklenene de..
hayvanlara habire yuva arayana da..
yani aslında yaşamını sürdüren ve bunu yaparken az ses çıkaran herşeye ve herkese..
konuşursam gereksiz..
kıracağım .. çünkü kimse ile değil derdim..
duygu durum bozukluğu..
yaşam alevi titreşmesi..
ab-ı hayat kesintisi..

rehabilitasyoncuyum ya..
kullanılmayan kaybedilir diyerek..
sözcüklerim iyice kısılmasın diye.. 
zorlanarak yazıyorum..
bu yazıyı da..

iyi birşey arıyorum..
taşıma su gibi kısa etkili olmayacak..
kalıcı ve iyi bir duygu duruma acilen ihtiyacım var

medica cura te ipsum........
..
Image Hosted by ImageShack.us

25 Eylül 2013 Çarşamba

asla bir anne bloğu yazarı değilim.. ama kingler krimsonlar hbçler tecrübe mi paranoya mı kurbanlık koyun mu canıtın orda mısın..

geldim blog..
dün psikologa dediğim gibiyim..
iyiyim ve o kadar ani bir iyilik haline düştüm ki.. 
korkuyorum..
=)

şimdi.. 
şu karikatüre baktım az önce.. iki koyun oturmuşlar yemyeşil çayırlarda .. göğe bakıyorlar..
biri diyor ki.. şu gökteki iki bulut yanyana..
kafası koparılmış koyuna benziyo..
diğeri de diyor ki..
sen de kurban bayramı yaklaştıkça..
paranoyaklaşıyorsun..

paranoya dediğin şey tecrüne zaten..
o tecrübeyi yaşamamış olana..
tecrübeyi acıyla yaşamış tanıklık etmiş olanlar tabii bir kez daha yaşamak istemiyor..
paranoya dediğin çoğu zaman..
sevdiklerini koruma içgüdünden kaynaklanıyor..

yani evinde bi baş bi traş.. bi elin yağda diğeri içkinde .. gelirin kendine zamanın kendine yaşıyorsan..
hiç o paranoyayı geliştirmeden yaşar gidersin..

paranoya yaşam zaten..
tekrarlanabilir acıları engellemek için anılardan medet ummak..
bi de karakter tabii..
yani git başka şeyleri tecrübe et..
di mi..
niye ille amerikayı bi daha keşfedesin var..
benim gibi..
bilip de susanlara özgü paranoya hem..
sinekler gibi böcekler gibi mütasyonla geçiremiyorsun hayatta öğrendiklerini..
çocuğuna..
o zaman da sözel oluyorsun dinlemiyorlar tabii benim de dinlemediğim gibi..
o zaman susuyorsun..
ellerin havada böyle ay düşerse.. hatta "se" de ne.. düşün-ce tutayım diye bekliyorsun..
ömrümü yediler ömrümü..

bak çbnin hiç paranoyası yok..
o diyeceğini diyor..
dinlemiş mi anlamış mı..
sinir olmuş mu karşı taraf umursamadan..
diyor sonra rahatına bakıyor..
hatta uyarımı tutuyor mu diye bile düşünmüyor..
o görev tanımını belirlemiş..
söyle.. hatta dikte et..
sonra git keyfine bak..

ben manyağım..
söyleme.. uzaklaştırma..
ezme..
üzme..
ama bil ve sus..
kırk yılda bir konuşunca..
paranoyaksın anneeee...
değilim yav değilim..

paranoya gerçekleşmeyecek olan şeyler kurgulamak ve korkmaktır.. 
bu dediklerimin gerçekleşmesi pek olası..

bizim hbç.. 
artık kendi kanatlarıyla uçmaya karar verdi..
okuyacak (son yılında).. çalışacak..
evini değiştirip kirasını kendi ödeyecek..
miş..

oyuncu kediler gibi pek keyifli..
ve çok da saygı duyuyorum kendisine..
verilen kristalli yaşamın dışına çıkmaya çalıştığı için..
hayatın gerçeklerini anlamaya karar verdiği için..
bunu içinden hissedip uygulama cesareti için..
saygı duyuyorum..
/ kim soktu bu çocukların aklına böyle özgürlükleri kendine yeterli olmaları filan ?? 
sen soktun atalet.. hay bin kunduz sana atalet../
ama tabii arada ufak teknik destekler gerekiyor arıyor..

-evi ilaçlatmam gerek nasıl yapılıyor..
diye aradı..
"ah benim canım çocuğum.. böcekli evlere gittiiiieeeaaaa"
-belediyeyi arıyorsunuz ..
hangi semttesiniz..??
-xxzz teyiz.. 
"ah benim çocuum altın tıopum.. nerelrde ev tuttuuuuaaaaaa..."
-tamam ama ben bilmiyorum hangi belediyeye bağlı ..
sorarsanız guglanım haber verir..
ancak apartmanın yöneticisine söyleyin de..
ortak alanlar da ilaçlanmazsa.. arınamazsınız çünkü..
-ne yöneticisi anne ya.. 
"ah benim çocuuuuoooommmm"..
-peki canım..
sen bilirsin..

kapadık..
kırk sekiz saat sonra..
-bastık ilacı hiç kalmadı..
-iyi..
-ama benim arkadaşım var.. o tarım ilacı getirecek onunla da ..
-neeeeee #€@&%!!!!!... organik fosfor..!!!!
öldürücü o!!!!!.. değdiğinde öldürür.. solurken öldürür.. öldürür ölüm.. !!!!
"gözümün önünde organik fosfordan ölmüş ağızları yeşil köpüklü bebeler intihar etmiş kadınlar zorunlu hizmet anıları"..
-anne kazık kadar adamız yani hem arkadaşım biliyo bu işleri..ziraat okuyo.. 
hem de ortak alanlara yapıcaz onu..

-ne!!! elalemin çocuğu elini sürer yalar elini ölür ölür.. şakası yok..
organik fosfor öldürür.!!!€@%&!!!.
-anne ben sana organik fosfor demedim nerden çıkarıyosun..
-tarım ilaçlarının genel adıdır o ben biliyorum ben gördüm ben otopsi yaptım ay uf.. sakın..
sessizlik.. 
-ben biliyorum dedi..
neden biz konuşamıyoruz..
-evet çünkü sen..
organik fosforla oynamak istiyorsun..
-dur dedi..
bak arkadaşım bana deseydi bunu..
ben ona tamam abi..
dikkat ederiz okuruz uyarırız filan derdim..
ama sen söyleyince direkt savunmaya geçiyorum.. 
yanlış yapıyorum..

bu noktada rahatlamış olan ben..
-evet.. istediğim bu.. peki dediklerini duydum ve dikkat edeceğim der insan anneye ya..
 savunmaya geçmezsen süper olur..
ama itiraf edeyim ki.. ben de bunu senin yaşında başka birine söyleyecek olsam..
bu kadar sert uyarmazdım daha sakin açıklardım..
uzlaştık..

paranoya bitti mi peki yoo..
derin örtülü depresif moda girdim..
"oyoyoy benim çoccuuuooomm..
böcekli evlerde.. organik fosfor kokularındaaa..."..
sonra sıkıldım..
ay biran önce yapsalar da.. sağ kalsalar da..
bunu da atlattık desem..
diye gerildim mi sana.. bi de manyağım..
anladımsa geri döndüremiyorum.. bir an önce yapsınlar diye tepinmeye başlıyorum..
manyağım evet.. 
derken bling..
fikrim geldi.. 
guglanıma sordum..
elektronik haşere savar..

ehi..
verdim kırkdokuz lirayı..
aldım bi tane.. 
150 -300 metrekareye haşere ve kemirgen sokmayacağız..
sadece evde hemstır besleyenlere yasak.. 
kedi köpek kuş güvende.. iyi..

mesaj attım..
-deli miyiz neyiz ayol bu devirde..
zehirlerle uğraşıyoruz..
teknolojiden yardım aldım..
sana ev hediyesi aldım.. dedim..
=)

telefon açtı..
gülerek..
-starkraft diye bi oyun var dedi (warkraft da olabilir .. aklımda kalan böyle bir fonetik)..
orda bi böceğimsi canlılar var..
vıcır vıcır çoğalıp işgal ediyorlar..
ikinci tür.. insanımsı..
ev yapıyo duvar yapıyo terlikle vuruyo filan o böceğimsilerden kurtulmaya çalışıyo..
bir de üçüncü tür var.. uzaylımsı.. 
onlar böyle arkadan geliyor.. laserle filan uğraşıyorlar..
biz kendimizi o insanımsılara benzetmiştik arkadaşlarla..
şimdi sen elektronik aldım  deyince..
-hah dedim ben uzaylımsıyım..
arkadan dolaştım..
laser kullandım..
=)
hemstırlar konusundan bahsettim..
etki alanından bahsettim..
komşularda hemstır var mı diye soracakmış.. 
bence yoktur o xxzz mahallede ama önyargılı olmayayım tabii.. sorsun bakalım..
şimdilik atlattık-ımsı..

yalnız laf arasında..
tavana hamak asıcam dedi..
şimdi o hamaktan kafa üstü çakılırsa gibi bi dert çıkarsam mı kendime.. 
çıkarmasam mı onu düşünüyorum..

bu günlük..
"oy benim çocuuoomm" noktasından çıkabilirim...
ve o nedenle..

aklıma gelen getirilen bir şarkı nedeniyle yazdığım yorumu paylaşabilirim..
"kimsenin kurallara uymadığı bir yerde.. bilgi.. ölümcül bir dost olabilir..
insanlığın kaderi.. aptalların elinde... "

king crimson epitaph..
dinleyin sıkı şarkıdır..
benim hayatla ilgili ilk öğrendiğim prensiplerden biridir..
ne prensiplerim vardı değiştiler..
ama bu süregidiyor işte ne yazık ki..

bu yazının ilk bölümü.. gerisi gelecek o yüzden..  
Image Hosted by ImageShack.us

17 Eylül 2013 Salı

yazamadım sanki.. ama yazabildiğimden fazla etkiledi beni.. o kesin... canıtın tanık hem..

"ölmek isteğim yok.. ama yaşama isteğimin olmadığı gibi".. 


sabah çok hoşuma giden iki yazı okuyarak başladım güne..
biri başaramadığımı başarmıştı..
diğeri ise başarı olmadığına karar verip bıraktıklarımdan söz etmişti.. yeniden mi başlasam dedim..

yaşamım bırakıp yeniden başladığım alışkanlıklarımla dolu..

iki manevra sandığı dolusu örgüyü ören ben değilmişçesine..
aman .. deyip bir günde bırakmıştım örgüyü..

bahçeyi de öyle..
okumayı.. ancak azaltmıştım diyelim..
gözleme dayalı iki üç yıl geçirdim.. ve anlatmaya dayalı..
kimbilir.. bitmişti belki anlatacaklarım..
yavaş yavaş geri geliyorlar.. sevdiklerim..

o yazılardan sonra bir de not aldım..
zira bilmiş sınıf mümessili gibi her gördüğümün altına.. ek yapmak..
ben de demek istemiyorum..
o yüzden defterime not etmiştim..
bir kez daha..
"her doğru kararın bir de doğru zamanı vardır " diye..
ve bir de şunu yazdım..
bloğa değil deftere çünkü bloğu defterle aldatıyorum...
"dağları deldim kız başıma şarkısı geldi aklıma..
dağları delerim de.. artık  hem o dayanıklılığı isbat edesim..
hem de dağların arkasında ne var diye merakım kalmadı.. 
eh gereksiz bir tüneli kazmaya gerek yok.. öyle değil mi"

sonra tezer-edgü yazışmalarından kıvırdığım yerleri de deftere notladım.. 
derli toplu olma kararını okulla açılmadan bir hafta önce veren öğrenci misaliyim..
ne kadar sürdürebileceğim bu düzeni.. bilmiyorum..
önemsemiyorum da..

tezer-edgü yazışmalarındayız..
(isimlendirmeme dikkat çekeyim..
kız bizim kız.. samimi hitap.. 
oğlan.. sevdiğimiz ama mesafeli durduğumuz yazar kişisi..)

kitabı gerçi.. kitaplikkurdunda yayınladık ..
ama.. 
bu ataletçe uzun ve kişisel olsun diye..
buraya saklandı..
ya da bekliyordu mayalanmayı..
kabardı taştı..

kitabın en heyecan verici anları..
yaşamın ucuna yolculuk kitabının doğumunu izleme anları..
açıkçası ben ..
tezeri daha depresif  sanırdım..
değilmiş..
ya da entelektüel depresyonuymuş onunki..
majör depresyon değilmiş.
silvia plath'a benzetirdim biraz sanki.. değilmiş...

benim yalanmaya başlama noktam..
ferit edgünün pavesenin izinde giden tezer'e.. 
pavesenin intiharı ile ilgili..
"belki başlangıçta bu izi sürmek istedin .. 
ama sonra sürdüğün iz.. bir de baktın ki ( yazıp bitirdiğinde baktın mı?) kendi izin..
üstelik intiharının değil.. yaşamının izi..
insanlarla dolu yalnızlığının izi (bu insanlarla dolu yalnızlık kafka'nın sorusu mu yoksa benim mi? çıkaramıyorum. Belleğim ölü..
birçok noktada yaşamın birçok kesitinde..
gerçekten Beckett'imsi bir ölülükte "
dediği noktada başladı.. 

benim de yaptığım bu değil mi..
oturduğum yerde..
okuduklarım ve izlediklerimde yaşamın izini sürmek..
yabancı tanıklıklar altında ya da eşliğinde yaşamın.. seçilmiş yalnızlığımın..
 yakaladığım izini sürmek..
ama illa iz sürmek.. ve ille kelimelerin peşinde.. kelimelerin büyüsünün etkisinde..

tezerin buna cevabı..
bana değil edgü'nün dediklerine..
"beckett'imsi bir ölümde.. yalnız şimdilerde değiliz..
sen beckett'i çevirdiğinden beri.. hakkariye gittiğinden beri.. 
yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri..
o ölülükteyiz..
kafka gibi veremden çatlamamamız.. 
beckett kadar ölü görünmemem.. şarklılığımız yüzünden..
iç dünyamızın farklı olduğunu sanmıyorum.. "

şu hep iyi geldiğini iddia ettiğim diziler var..
bbc usulü kriminal diziler..
birbirinden uzak evler.. açık kapılar..
suçlar..
sırlar..
uzaklıklar..

o dizilerde arkası eve yüzü pencereye dönük yerleşmiş masalar var..
o masalarda oturup elindeki işi bitirip derin yeşil kuytuluklara bakıp düşünen insanlar..
o sahneleri çok seviyorum.
bitirmek..
ve sonrasında mayalanmaya bırakmak kendini.. düşünceni gezdirmek.. dış uyaran olmadan nereye kadar gidecek acaba..

öyle bir masada hayal edin beni..
tezer demiş ki.. ferit'e..
(samimileşmeye başladık feritle artık)..
"senin gibi bu satırları kim duyar bilmiyorum..
demir duyar.. 
bir iki de genç homoseksüel var.. istanbul'da.. onlar duyar..
dostumuz metin özek duyar ..."

duyduk tezercim be.. duyduk seni..
ta nerelerden duyduk sevdik seni.. ama bildiremedik.. 

sayfalardan birinde bir telefon numarası var.. 
tezer ev telefonunu vermiş..
058/612762

o numarayı nasıl çevirmek istedim..

sayfa 47de.. 
büyük puntoları seçtim.. ileri miyoplar da okuyabilsinler diye.. 
ama körler için bişey yapamazdım elbette demiş edgü....
neden sadece miyoplar dedim.. 
biz presbioplar da var.. bundan faydalanacak olan..
sonra "o zamanlar.. 
presbiopiden sefil olacakları yaşta değildiler belki" fikri.. 
ve tezer hiç presbiyop olamadı be..
yazıklanması geldi..geçti..
elbet geziden de asla presbiyop olamayacak altı canı kaybettiğimiz de geldi aklıma..
aferim bana..

sayfa 56'ya not düştüm.. benim kompleksim mi var..
sabote edildiğim hissine kapılıyorum  ara ara..sıksık..her engelde..

kafka'dan söz ettikli bir yazışma sonrası aklıma bir cümle düştü..

" ''Birisi Joseph K. ile ilgili olarak yanlış bir suçlamada bulunmuş olmalıydı, çünkü yanlış bir şey yapmamasına rağmen bir sabah tutuklandı''.cümlesini okur okumaz bunun dava romanının ilk cümlesi olduğunu bildiği andaki gibi sevindi"..

nasıl bir benzetme ya da kıyaslama bu.. 
edebi bir kıyaslama..
batıda en çok sosyal işçi var.. ne garip meslekse diyor tezer..
1984'den sayfa 78de..
ben de..
burda hala yok.. ne garip ülkeysek.. diyorum 2013 yılından..
.
sene bin9yüzseksen5..
aylardan ocak..
tezer.. elektronik daktilo aldıklarından söz ediyor..
ben uzmanlığa başlamam sekiz ay kalasındayım hayatın.. elektronik daktilonun kliniğe alınmasına bir yıl kalmış..
haberimiz yok..
havalıydı yazışmaları hocamızın..
o da misafir daktilomuz zaten..
bir ben kullanabiliyorum..
o da yabancı ülkelerle yazışmak için alındı daktilo..
hatta o zamanki fakültemizin olmayan antetli kağıdını bastırmıştım ben matbaacı kuzenime..

yabancı ülkelerdekilere özenip..
cerrahpaşanın kapısının fotosundan bir küçük arma yaptırıp basmıştık kalın ağır kaliteli kağıtlara..  
ama binbir bölümlü fakültenin bi tek benim kliniğimin armalı antetli kağıdı vardı.. o da komikti elbet..

tezerle ilgili bir notum var..
kesinlikle sosyal ağları kullanırmış dedim..
nerde mi.. rimbault'dan bahsettiğinde..
"nereye olursa olsun git dünyanın sınırlarından çık da nereye olursa git.."demiş.. bu satırı okuyunca sana yazmam gerekti" demesinden anladım..

ne şanslıyım dedim sonra..
bunları yazıp hemen paylaşabileceğim kişiler var.. ortamlar var..

blog da yazabilirmiş mesela..
öyle güzel ve zengin mektupları..

en son mektubunda.. 
"taş devri insanı gibi ölmek istiyorum diyor" 
hastalığıyla ilgili şüpheler oluştuğunda..

mektuplar
anılar sevmem aslında bunları okumayı..
hatta yazarın yazdığı her şey yayınlanmalı mı?sorusuna hayır demişliğim var cevap olarak..
ama bu kitabın oluşmasına izin veren edgüye..
tezerin ailesine
nasıl teşekkür etsem az..

elimde bir liste var şimdi..
handke.. mutsuzuğa doyum..
thomas bernhard.. beton..
ve özlüleri çıkarıp almalıyım başucuma..
ha bir de eksik kalan leyla erbil'le mektuplaşmaları var  onu da edinmeliyim..
şimdi karşılıklı söyleşiyorlardır nasılsa..
iki genç kadın olarak.. bir sofranın başında..

pese: edgü.. soru işaretlerinin gereksizliğinden dem vuruyor bir ara..
leyla erbil de zaten.. 
son kitabını..
noktalamasız yazdı..
ben de seviyorum iki noktalı yazılarımı..
hem de çok..
zira sözcükler içinde yaşamları saklarken..
onları dizmek.. sıralamak soluklamak.. önemlerini belirlemek ne gereksiz..

bırak dağınık dursunlar.. dileyen alıp buket yapsın dilediğince..


.Image Hosted by ImageShack.us

14 Eylül 2013 Cumartesi

yün .. çekirdek.. listeler.. hava limonata gibi.. ışıksa altın renkli.. canıtın nerde bilmiyorum..

saat neredeyse üçe geliyor..
başka şehirlerdekileri çıldırtacak kadar çok bahsedien hava durumundan söz etmem gerek..
dün tvitırda bir itiraz gördüm de..
istanbulda ilk defa mı yağmur yağıyor diye.. ondan  dedim..
hayır istanbulun rutubetinin nasıl tepemizde asılı durduğunu bilmiyolar da ondan gece uykum kaçtı.. bir çıktım..
de-hü-mi-di-fi-ka-tör olmayan ortama..
/bu sözcüğü seviyorum.. bi hamlede söyleyebilmeyi de seviyorum /
sanki bir kapalı havuzun kenarı kadar.. 
bir saunanın sobasına su döküldüğü andaki kadar.. 
nem vardı..

sonra uyumuşum..
ve uyandığımda..
nem gitmiş.. zira yağmur olmuş yağmış..
renkler yeşil tonunda..
hava ressam ışığı denilen o altın pırıltılı ışıkla aydınlanmış..

ve dahası rüzgar var..

ben işe geldim filan ama sabahın o canlandırıcı etkisi sürüyor..

çekirdekle tam onbeş kez esemes.. 
altı kere filantelefonda konuştum..
muhtelf sorular sorup cevaplara ters türs tepkiler verdi..
muhtelif görevler verdi.

kurs.. okul.. ehliyet kursu.. buz pateni.. ve bir obsesif kişilik çekirdek..
elbet listelere boğuldu..
ve elbet beni boğuyor..

üstelik onsekiz oldu ya..
bankada işi var.. her yerde bi işi var..

listeleri ve yanına atılacak tikleri var..

ölcem..

neyse.. bir yün almam gerek yeni seneye başlamak için..
çok renkli bir atkı öresim var ..
kalanlarından da..
kendine göre arttırdığın bir deli diz üstü battaniyesi yapasım var..
üzerine sağdan soldan saime hanımdan kalan bazı örgüleri de ekleyesim var.. =)..
içimdekileri dokuya dokuya dışa atasım var..

şimdi önce yüncü.. ile başlayacağım yola.. ama sabah işe gelirken aklımdan geçen..
kuzenimi de bir buraya not olarak düşesim var..
zira kitabevi sahibi kuzeni bir ara yazasım var..

hem ben neden bu kadar uzun yazıyorum..
onu da buldum..
tamamen burcumdan..

en güzel açıklamayı buldum bu halime..
hayatta bırakmam artık..
"oğlak kendisine soru sorulmasından nefret edermiş..
çünkü..
ona bir omlet tarifi sorsan..
kümesten..
hatta organik yemlerden başlamak istermiş anlatmaya.. ve ..
dinleyen de bu yüzden kaybolurmuş.."

kaybolmayın..
kaybolmayalım..

ama şimdi..
gidip şu atkıya yün.. alayım ben de hayata karışayım.... . 

Image Hosted by ImageShack.us

13 Eylül 2013 Cuma

uçuşmaların da faydası oluyormuş.. hem hatta zıplamaların da..

kaynak


altı haftadır görmüyordum..
bi geldi ..

saçı üstü başı dağınık..
temiz kokuyor..
ama dağınık..

nasıl özlemişim..
koklaya koklaya sarıldım sımsıkı.. ordan biliyorum..

hemen aç mısın dedim..
sonra saçını kestir..


sonra ..
konuştuk..
o anlattı ben itiraz ettim..
benim itirazlarıma o sakin gene anlattı..
hem sevmek hem saygı duymak ..
hem olurlamak ve hem de endişeden ölmek mümkün..
onu anladım..

sonunda dayanamadım..
şu anda ne yapmak istediğimi biliyor musun dedim..
seni sırtlamak eve koşmak..
küvete sokup bi güzel yıkamak ..
penye pijamalarını giydirmek..
yatağa sokmak..
kaşık kaşık anneanne çorbası içirmek..
sonra sıkı sıkı şişman bir yorganla örtmek.. ışığı kapatıp seni uyutmak istiyorum..

dinledi hiç mimiksiz..
ve benim bunlara hiç itiraz etmeyeceğimi..
kabul edeceğimi düşünüyorsun dedi..

salak dedim..
seninle işim yok..
ben yedi sekiz yaşındaki oğluma yapıcam bunları..
çünkü hakkında endişelendiğim her sevdiğime aynen bunları yapmak isterim..

eve götürmek temizlemek..doyurmak ısıtmak..
sanırım.. insanlığın sürebilmesini sağlayan bu kadınların içgüdüsü..

ya da hadi daha doğru bir anlatım olsun..
sanırım insanlığın sürmesini sağlayan.. kadınların bu içgüdüsü..

iki gün sonra yeniden geldi..
konuştuk sonra..
şimdi bu bir teşekkür yazısı..
blog yazıyor olmaya bağlı şartların oluşmasına bir teşekkür..

zira.. dediği.. dış dürtülerle aniden gelişen davranışlar..
düşünce loopları.. benim zıplamalar uçan balon uçuşmalar diye etiketlediğim yazılarıma..

başka açıdan bakışlar..
yorumlaşmalara..

farklı yaşamları görmek ve anlamak.. okuduklarıma..
kendini .. kırıcı ve didaktik hatta dikte edici olmaktan sakınarak ifade etmeyi öğrenmek..
yorum ve yorumaltı yazılara..

yargılamamak..
kendi yargının sarsılmazlığına inanmamak..
başka blogları okurken .. demek bu da olabiliyormuş..dediğim..yazılar hele..
hoşgörüye..

olduğun gibi devam etmen gerektiğine inanmamak..
her şeyin bir izahı olması gerektiğine inanmamak..
akışına bırakabilmek bazen..
içselleştirebildiğin kadar.. dışsallaştırabilmek..
ne kadar katkısı olmuş blog yazmanın bana..
günceden çok..
düşünce derlemesi olmasını seviyorum bloğumun..
ve okuduklarım arasında benzerlerim kadar..
çok aykırı insanların olmasını da seviyorum..

özellikle ataletin ilk üç yılı..
bugün olduğum kadını olmama çok katkı sağladı..

itiraf ediyorum..
blog yazarı olan kadın.. bazen şimdi atalet olsa ne derdi.. diye düşünüyor bazen..
bazı durumlarda..

öyle yani..

şaka maka dört saat sohbet ettik..
hem de gerçekten sohbet..
sonra.. akşam yine karşılaştık ve..
gündüz sohbetimiz.. entelektüel olarak çok tatmin ediciydi.. dedi..

budur..

Image Hosted by ImageShack.us

3 Eylül 2013 Salı

nat-geo hayat milyonlarca yıl birinci dinozor devri.. ve diğerleri...


kaynak.. 


kendimi teselli ediyorum..
teselliye ihtiyac duyuyorum çünkü kontrolsüzce..
kapılıyorum elem fırtınasına..

saime hanım ve cemal beyin ölümünden sonra..
dört yıl sonra..
datçadaki evlerine ilk kez gittiğimde..
ev boş bir kabuk gibi gelmişti bana..
sonra dolapların diplerinden..
çekmecelerin arkalarından..
kulplardan..
pergolalardan..
çıkıp geldiler..
bizle beraber..
ama işte bir akşam..
dama kadar yükselen evle yaşıt begobvile bakım verirken bahçıvan ve çb..
akşamın hayrı gündüzün şerrine beş basar yapmayın dememe rağmen ..
bir çatırtı koptuysa..
koşarak indim yanlarına..
begonvil tam ortasından ikiye ayrılmaış bir kökü sağa diğeri sola yatıvermişti…
elbet ağlamaya başladım elim yumruk boğazıma kadar sokulu..

saime hanım çok severdi o begonvili..
bahçıvan da elemli ..
abla söz bak seneye dama kadar çıkarttırıvercem ben bunu diye yeminler eder..
çb.. sinirli.. düştüğü durumdan.. begonvil katilliğinden  kurtulmaya çalışır..

durdum bi an..
amann dedim ağladığım şeye bak..
annem gitmiş.. ben begonvil diyorum..
de ge git..

geçenlerde beyoğlunu okurken..baktım kaç kez yapılmış yıkılmış..
hele benim norveçli kadını gezdirirken esas..
bizans zamanından beri..
depremler..
yangınlarla yok olan herşeyi düşündüm yine..
ve zamana göre ..
gereksinimlere göre yeniden şekillenmelerini ..
yaşamın ve yaşam alanlarının..

nat-geo da dünyanın tarihi vardı..
bilmemkaçmilyon yıllık dünya tek hücreten dört tonluk dinozora gelişim..
yok oluş.. birinci dinozor çağı.. ikinci dinozor çağı buzul çağı ..
olmuş ve yok olmuş olanlar.. milyon yıllık dilimler..
o gariban ilk primat..
sonra yeniden ortaya çıkış..
ilk insanlar..
bıraktıkları ayak izleri..
yağmur ağacında.. afrikanın doğusunda nasıl da mutlu..
sonra yer kürenin kırılması.. kıta kenarı boyunca sıradağlar..
yağmurun kesilmesi..
çölleşme..
yemek sıkıntısı.. uzaklara gitme zorunluğu primat için.. dört ayak yerine iki ayağa geçişi..
o baba ve oğulun ayak izleri.. milyonlarca yıl öncesinden..

sekiz bin yıl önce bir dere kenarında koşturan ve ayak izlerini bırakan insanlar..
şuracıkta..
marmaray projesinde..
imparator justinianusdu değil mi..
sormayacağım guglanıma..
o nerde olduğu bilinmeyen limanın bulunuşu..
isadan önce..
altı yüzlerden üçyüzlere..
sonra zamanı dolup terkedilmesi bakım yapılmadığı için dolması..
daha güzeli görkemlisi yapıldığı için terkedilmesi..
üzeri bi dolu toprak..
düşünsene 1453 de gelmişiz buralara yok öyle bir liman filan bostan ekmişiz oralara..

ama 2binlerde.. kepçeyi vurunca çıkmış ortaya..
meğer bir zamanlar nasıl da zengin bir limanmış..
ve sonra onun daha altında..
ben diyeyim beş sen de yedi metre altında..
sekizbin yıllık bir yaşam alanı çıkıvermiş..
işte o ayak izleri o zamandan..

düşün.. justinianusun o izlerden haberi yok..
fatihin justinianusdan..
aman zaman içinde..
kim neyi beceriyor ise..
kim neye gerek duyuyor ise..
yapmış koymuş..
gerek bitince..
bütün o süsler.. görem gösteriş..
anılar insanın izleri filan hepsi gömülmüş gitmiş..

demem o ki..
zaman geçiyor..
ona bakıyoruz biz..
zaman hiç birşey yıkılıp yakılmazken de geçiyor
ama o zaman sadece bir takvim hareketi oluyor..
farketmiyoruz..
bir şeyler yıkılırken..
ya da yapılırken bizler zamanı çıplak gözle görüyoruz sadece..

zaman ..
daha zamanı var küremizin..
nat-geonun yalancısıyım..
ömrünün yarısına gelmiş sadece..
birkaç yüz milyon yıl daha buralarda olacak..

sonu insanla gelmeyecek yani..
belki bizi atacak önce sırtından..
bir kutup kayması bir kuyruklu yıldız..
bir salgın ya da bir bahane bulacak işte..
belki yeni gelenler bizden farklı yaşam biçimleri kuracaklar kim bilir..

böyle düşündüm işte..
benim ömrüm.
dünyanınkine kıyasla bir göz kırpma süresinden daha kısa..

aman dedim sonra..
yıkılır..
ve gereksinim varsa.. yeniden yapılır..
gereksinim yoksa..
eh o zaman var olmasının da gereği yokmuş demek ki..

o yüzden işte..
hem bir yandan çok hüzün veriyor..
kapanan yerler..

bir yandan da..
sadece  izliyorum..
kaypak mıyım??
bilmiyorum belki..

ama öyle etkisiz eleman durumuna itilmişim ki..
bir de yapılanları yine yeniden söyleyip duyup..
içselleştirip bunca üzülmemin ve yaşam enerjimi kaybetmemin..
yıkılana ne faydası var..diye düşünüyorum..
ahmet ümit geöçenlerde tvitırda bişey yazdı.. söylemiş miydim..
eğer uzayda başka gezegenlerde yaşam var ve hatta gezegenler arası kurul var ise..
şu anda insan neslini dünyaya verdiği zararlar nedeniyle yok etmek için harekete geçiyor olabilirdi.. demişti..

tuhaf olaz..
altına bırakılan cevaplardı..
kimse ne diyosun usta dememişti..
hatta aman hadi nerde .. çabuk tadında cevaplar vardı..

farkındayız yani..

ve o yüzden fena halde uçlara kayıyoruz..
ben artık herkesten ürküyorum..
hayvanseverler rahatlıkla insan öldürecek asabiyette görünüyor mesela bana..
demokrat olup da olmayanlara kızanlar da her an linçe yatkın..
bunlar bi de eğitimli olanlar diğerlerinden hiç söz etmeyeceğim..

demem o ki..
galiba..
bir yandan gözümüzü açık tutup üzerimize düşen insanca bir görev var mıdır diye bakmalı..
diğer yandan da istifimizi bozmadan soluğumuzu alabildiğimiz kadar almaya devam etmeliyiz..

bunlara gerek duyuyorum..
çünkü verenin de alanın da kibele olduğuna inancım yok..
kabullenmem yok..
önce bir hayret..
sonra bir öfke ve sorgulama..
sonra da kayba bağlı depresyon..
birinden geçip diğerine ulaşıyorum..
hüzün labirentinde kaybolmam pek olası.. 

librairie de pera kapanmış..
yarı inik kepenkler çok acıttı içimi..
robinsonun önündeki imza kuyruğunun acıttığı gibi..
demirören plazanın..
belki de bir replika olmasına rağmen..
o eski havadan eser olmaması gibi..

aklım fikrim gidip geliyor..
az bir nefes alma vaktidir sanki..


deniz kenarı iyi gelir bence bana..



Image Hosted by ImageShack.us
Follow my blog with Bloglovin