30 Eylül 2011 Cuma

kadın

tanıdığımda o 12 yaşında idi.. ben genç bir kadın..
okuluyla ilgili sorular sordu birisi..
bu arada okullumdu..
baktım.. ne okulu ve öğretmenleri..
eğitim sistemini eleştiriyor..
kişileri değil.. olayları değil.. prensipleri..
böyleyim ben.. bir cümle bir davranış bir bakış bir koku yeter aşık olmam için.. ömür boyu sevmem.. için..

genç kız oldu..
sömestre ödevi.. volter.. du bakiim monteskiö ne demiş bu konuda dedi.. bir kahve molasında..odasına seğirtti..
bu benim kumaşımdan dedim o zaman.. sanki benim kızım..

18inde..
annesi ile uzun bir pazar geçirmek zorunda kaldım..
ortak konu zaten yoktu..
iyice bitti..
geleneksel ortak konulara girdik..
ev yardımcısının ne kadar ne yapmadığı veya ne yaptığı..
cankurtaran simidi konudur..

işte o an odaya girdi..
konu başlığı perdeydi o anda..
biraz dinledi.. ve fırça attı bize..
tül perdenin hafifliği ve değersizliği ile ilgili..
dekartı volteri monteskiöyü bilen genç kadın..
güldüm ben de..

rüzgarda salınan açık pencere önünde sallanan bembeyaz tül perdenin güzeeliğinden şiirselliğinden.. romantizmini bozan şeyin buruşuk ve gri perdeden filan söz etmedim.. dekorunu kendin yaparsın içinde yaşarsın filan demedim..

kaçınılmaz olanın bir perde sahibi olmak olduğunu söyledim..
ve onun da arada bir yıkanması gerektiğini ..perde kaçınılmazdır gibi bişeydi.. sanırım..

ters bir suratla benim olmayacak dedi..
sıradışı bir evlilik yaptı..
masalar güllerle donatılıp .. sevgili dizler çöküp.. bir lokanta dolusu insan önünde..
o zaman yaşadığı ingilterede evlenme teklif etti..
yabancı eşi ile..
belki perdeleri garantiye almıştır dedim..

aradan yıllar geçti..
bir yılbaşı gecesi..
ayaklarını uaztmış..
üzerinde.. 4 yaşlarındaki kızı.. memesinde.. dokuz aylık oğlu..
kucağında lepitopu..
iş yetiştiriyordu..
aklıma perdeler geldi..
bu akıllı kızın bu tabloyla uyumsuzluğu geldi..
demedim bir şey..

gene geçti zaman..
bir hastalığı nedeniyle üstüste birkaç gün görüştük..
"çok yorgunum atalet abla"

ve anlattı anlattı.. yaşamına nasıl sahip çıkamadığından bahsetti..
kocanın nasıl kolayca eleştirdiğinden..
yardımcı olmadığından..
hayatın nasıl zor olduğundan..
söz etti..
yeni yerleştikleri yerden gene göçmek isteyen kocasından.. yeryüzü çingenesi gibi iki senede bir başka ülkeye göçmekten yorulduğundan..
ama sadece kendisine yapılanları anlattı..

ve bunların düşündürdüklerini..

bu ne enerji demişti bana da bulaştır biraz demişti..
o yüzden buluşmuştuk..

yoruldum..
dinlerken..
yıllar içinde.. her gelen akını savuşturmadığı için..
bir seferde hepsini sindirmek..
zordu..

artık hiç bir şeyden emin değildi..
tek bildiği burada kurduğu yaşamdı.. bunu sevdiği idi..
iş gücü şeyydi.. işi çocukları iyiydi..
aile olmayı seviyordu..
ama bir kez daha göçmek istemiyordu..
dünyanın iç ayrı yerinde silbaştan ev döşedim dedi.. o sadece ben ...a gitmek istiyorum diyor..
ve sonra ben ev kapatıp ev yerleştiriyorum..
yorgunum bir kez daha "PERDE ÖLÇÜSÜ" almak.. perde diktirmek istemiyorum.. dedi..
bu cümle beni.. yıllar öncesine götürdü..
yıllar önce.. benim perdem olamayacak.. diyerek günlük yaşamı ciceleştiren kıza..
o zaman bu benden bile iyi kızı nasıl esir alacağını yaşamın.. nasıl yoracağını biliyordum..
ama yanışmış olmayı istemiştim..
yanılmamışım malesef..ev bizi yutar.. yaşam bizi yutar..
iki mememizden bağlanırız bir yavruya.. ve sonrasında..
o bağ örümcek ağı olur..
o yavrunun yuvaya babaya hayata sosyal ortama bi sürü şeye gereksinimi vardır..göz göz yutar bizim yaşamımızı.. onunkine katılırız göz göz..
yok bunları demedim..
yıllar öncesi ergenine de demediğim gibi ..

elbet bir karar vereceksin dedim..
zamanı gelmemiş daha..
ama o zamanı beklerken..
sadece sen içindeki seni bul bi..
her sabah her program yaparken bi dur bi sor içine.. o ne istiyor..bugün ..
elbet yapman gerekenler var..
ama bi bak bakalım.. için ne yapmak istiyor..
bi için var mı hala ona bi bak öncelikle..

yaşamın bir süreç olduğunu unutma.. ve bir gün..
geriye baktığında.. hiç hakkını vermemiş olma.. bu kadının dedim..
sırtını sıvazladım..

o kadar diyebildim..

ne diyeyim..
kadın haklarından bahsettiğimde..
tepki verenlere..
selam yollayayım bir..

kızlarımızı okutarak..
çok para kazandıkları meslek sahibi ederek de kurtaramıyorsak..
nasıl kurtaracağız..

28 Eylül 2011 Çarşamba

işte tam da böyle şeyler yazdığımda başlık bulamıyorum




doğu batı yönünde evim..
sanki çocukluğumdan beri bu evde yaşıyorum.. oysa altı yedi yıldır burdayım..
bazı köşelerine aylardır uğramadığım halde her santimini içselleştirmişim..
bazen kendime zehirliyorum burdalığımı.. burdalığını..
"rüzgar rüzgar otur artık.. huzur ver kendine" dedi geçen gün bir kadın..

doğu tarafı bahçe..
yüksek ve sık yapraklı ağaçlarım yüzünden..
oradan içeri güneş ışığı süzülemiyor..
yazın ve şu anda da..
ama batı tarafındaki apartamanın camlarından yansıyan günışığı..
mutfağı ışıkla dolduruyor..
ışınlar içeri süzülüyor duvarda dolaplarda oynaşıyor..
yalancı gün doğumu.. sahte doğu sanki bizim evin batısı..

evlere insanların ruhu siner..

sabah erken uyandım.. uyanmam gerekenden daha erken ..
gün doğmamıştı..
baktım çok uyanığım
bir kahve yaptım..
akşam onbeş yirmi sayfasını okuyup ..
uyumadan önce yere bıraktığım kitabımı aldım elime.. okumaya başladım..
önce okuma koltuğumda.. erafım emek emek yaptıklarım.. tek tek seçtiğim sevdiklerimle çevrili odamda..
sonra ikinci bir kahve için çıktım yukarıya..
sahte doğu mutağıma.. biraz da orda okudum..

şu anda salondayım.. gün ışınlarının sızamadığı yerde..

kitap bitti..
beş saat.
okumuşum..
ağladım.. bazen gözyaşlarımı silmeye yetişemeyerek.. bazen de silmeyi unutarak..
yer gibi okuyorsun derdi dayım pöti feti.. öyle okudum..
yıkanmış gibiyim..
vaftiz olmuş gibiyim..

kitabı kapadığımda.. aklıma gelen şey..
çekirdek..
ilkokula gidiyordu.. üçüncü ya da dördüncü sınıf olabilir..
mutfaktaydım.. sabah kahvemi içiyor ve sabah lanetliğimle sessiz duruyordum..
servisini bekliyordum çekirdeğin..
birden anne diye seslendiğini duydum..
gene ne isteyecek sabah sabah diye düşünmüş olsam gerek..
çünkü aksi bir sesle ne var dedim..onu anımsıyorum..
gel bi..
dedi..
içeri salonun kapısında gittim..
yeni tomurcuklanan yapraklar..
evden içeri güneşin girmesine engel olamayacak kadar küçük olmalıydı..
pırıl pırıl bir güneş ışını bahçeye çıkılan sürgü kapılardan..
çift camdan..
demir parmaklıklardan ve tüllerden sızmış..
yere..
ve ta arkadaki duvara kadar vurmuştu.. dallar rüzgarla sallandıkça..
ışınlar da dansediyordu oldukları yerde..

kızım merdivenlerden inerken bu dansı yakalmış ve benimle paylaşmak istemişti..
gülümsedim.. gülümsemiştim..
anımsıyorum.. çünkü bu bir ilkti..
bir güzelliği farkedip.. benimle paylaşmak istemesi..

....
bu sabah..
okurken tam da..
"durup dururken dünyanın en küçük ülkesinin neresi olduğunu sordu.
dünyanın en küçük ülkesi mi? Sana rasgele bir şey soran bir yabancıymış ibi boş boş annenin yüzüne baktın. Dünyanın en küçük ülkesi hangisiydi? Annen o ülkeye gidecek olursan ona gül ağacından yapılmış
bir tesbih almanı istedi.
-gül ağacından yapılmış bir tesbih mi? dedin
-gül ağacından yapılmış dua tesbihi.
sonta bitkin bitkin sana baktı.
-tesbihe mi ihtiyacın var?
-hayır sadece o ülkeden alınmış bir tesbih istiyorum.
annen duraksayıp içini çekti.
-oraya gidecek olursan , bana bir tesbih almanı istiyorum.
yanıt vermedin.
-çünkü heryere gidebilirsin."

bölümünü okumuştum ki..
saatimin alarmı çaldı..

çekirdeğin yukarda pıtır pıtır dolaştığını duyuyordum bir süredir..

kalktım..
odsının kapısını vurdum..
içeri girdim..
sabah lanetliğiyle bana baktı ve günaydın dedi..
günaydın canım dedim...
yanına gidip öptüm alnından..
benim için bir şey yap dedim..
okuduğum kitap çok güzel..
bitirdiğimde onu senin okumanı istiyorum..
tamam dedi..
çıktım odasından..

fazla bulaşmamamız gerek birbirimize..
iyi niyete rağmen..
kapışmamız an meselesi.. sabah saatlerinde..

mutfağa geçtim..
az sonra yanıma geldi..
ve son okuduğum bölümü anlattım..

anlamadım dedi..


yıllar geçecek..
bir sabah belki bir kitap okurken..
belki.. çocuğuyla konuşurken..
bu sahne aklına gelecek..
annem bir sabah.. yanıma gelmişti elinde bir kitap vardı ve gözleri kıpkırmızıydı..
ve bana bu kitabı çok beğendiğini söylemişti..
ve bana bir bölümü okumuştu..
"çünkü sen her yere gidebilirsin" diyordu anlattığı bölümde kadın kızına..
anlamamıştım o zaman..
annem neden okudu diye..
ama şimdi biliyorum diyecek..

***********
bazı kitaplarda kendimizi buluruz.
bazılarında olmak istediğimiz kişiyi.. bazıları ise..
ne kadar iyi ve ne kadar doğru yaptığını gösterir sana..
işte bu kitap bir yandan hüngür hüngür ağlattı beni..
bir yandan da ne kadar doğru yaptığımı anımsattı.. bazı şeyleri..

kişisel gelişime takan
zen buda reiki .. doğuyu kurcalayıp duranlar var ya hani..
işte onları düşündüm bir de..

yaşam uzmanları olarak çok saydıkları..
peygamberden başlayıp ferrarisini satan bilgeye kadar..
güzel öğüt veren.. doğru yaşamayı kendince öğretenlerin her dediğini okuyup..
gerektiğinde o cümleleri .. tekrarlayanlar..
böyle bir romanı okuyup içlenmeyen..
içlerinden doğaçlama..
hem kendilerine hem çevrelerine iyi gelecek şekilde
sonuç çıkarıp doğru davranmayanlar geldi bir de aklıma..
neden sinir olduğumu düşündüm onlara..
buldum da..
özlü sözler.. özlü kişiler söylemeden .. doğru felsefeyi bulamıyorlarsa..
onlara hiç kimsenin faydası olmayacağını bilmemden olabilir..
sahte doğu eğreti doğular..

o yüzden bir şekilde dönüp dolaşıp..
çok etkilendikleri ama asla içselleştiremedikleri..
özlü sözleriyle..
hocalarının ustalarının söylediklerini bana aktarmadaki heveslilikleri..
benim kızmama yol açan..
bi dur bi bak bi gör di mi..

************

bu aralar düşüncelerimde..
"kadın.. diye başlayan cümleler oluşuyor gene..
bir döngü tamamlanıyor sanki içimde..
ilginçtir..
ehlikeyif olmamda bir döngünün bitmesine denk gelmiştir..
atalet olmam da..
atalet kendi küllerinden yeniden doğdu mu..
bu kez kanatlarında hangi tüyler hangi renkler olacak en çok ben merak ediyorum..


***********"
"gözleri görmeyen dörtyüz kişinin karşısında nereye bakacağını bilemiyordun."

***********
"seul istasyonundaki platformda onu gözden kaybetmeden önce sadece çocuklarının annesiydi."

***********"
bu yüzden daha özgür olmanı istedim hep. öylesine özgür olmalıydın ki hayatını başkaları için yaşamalıydın."

***********
bir ev ancak içinde birileri yaşadığı hareket ettiği ve orada kaldığı sürece yaşar.

***********
lütfen anneme iyi bak... kyung-sook shin..

Image Hosted by ImageShack.us

25 Eylül 2011 Pazar

hayal hakikat tekinsiz adsız...


banyo yapmam kuaföre gitmem gerek ama hiç koltuğumu terketmek istemiyorum..
hiç..

yine de yapılacak elbet de..

kimse yoktu evde dün akşam ve hala da yok..
motivasyon yok işte.. ondan..

dün hayaller hakikatler ve bir de.. tekinsiz karşılaşmalar ..
bu isimler içeriği ne olursa olsun çekiyor elbet..

he ama bayılmadım..
giderseniz.. kalıcı sergiye de uğrayın.. bazı yeni eklenenler var..

bazı eskiler duruyor..
otoportreler hala orda eksilmiş olarak..
kendine ağız ve göz çizmemiş olan ressamların hepsi gitmiş...
bütün otoportreler ağızlı gözlü tastamamlar..

bu müzenin bekçileri çoğunlukla kadın ve çok sevimsizler..
evet..

nedeni bende kalsın .. =)

bi de..
dijital sanat olmasın dedik bitti.. o kadar..
ama..
şu bavullu installasyona bittim..
bana kendini getir diyen bir şair ressam sanatçıdan..

bir de kârhane videosu var..
bordello.. hayat gibi..müzelik olduğu iddia edilen binada.. elinde forseyl yazılı pankart taşıyan kadının..
aslındaki sokaktaki bir çoğundan farkı yok.. satılık yaşamla satılık saatlerin ne farkı olabilir ki.. özünde..

ilginç..
bi de..
... aşağı kasımpaşa var..
ne anlatası var bilemedim.. ama isim seçimi..
iyiydi.. zira bir noktada.. inanılmaz bir mavi giysili kadın portresi yapan ressamın.. resmine mavi elbiseli kadın adını vermesinin sözel çıktı ve yaratıcılık eksikliği olup olamayacağını da konuşmak zorunda kaldık..
o derece yani..

benim hoşuma..
en çok..
şeffaf enstalasyon gitti..
uzun uzun da yazılabilir ama..

bir tuhaflık vardı genelde müzede..
şarap saatinde terasa dayanmış yedi katlı gemi de manzarayı kapamış zaten..
biz de ordan chilaiye gittik..
bizansdan ireneden ikonalardan söz ettik.. kedilerden.. şaraptan zeytinliklerden.. sözettik.. kendi hayal ve hakikatlerimizden .. söz ettik açıkça..
bu arada.. sergi adı.. fatma aliyeyle ahmet mithat'ın birlikte kaleme aldıklan bir romandan geliyormuş..fatma aliyenin yazdığı hayal..ahmet mithatınki hakikat bölümü imiş..
okumalıklar arasına aldım..
kollektif roman.. xx xy hem de ta ne zamandan..
utandım nasıl bilmemişim bunca zamandır..


ha.. sergi bana illa bişi kattı ama bulamıyorum şu anda..
=)..
sadece ayrıntıda güzelliği yakalamak belki de..
barda..
bir kokteyl tekinsiz bir kokteyl hakikat biri hayal sonuncu a komşudaki bienale gönderme adsız idi..
diğerlerini bilmem ama hakikat sertti..
=)
*******
evet gidin bakın..
kağıt kalemi unutmayın..
resssam ne demiş ne özlü söz eklenmiş.. başka türlü aklınızda kalamaz..
zira.. fotoğraf yasak..
gestapiye bekçiler ense kökünüzden ayrılmıyor..
=P
yazılacak ille uzun uzuzn da anlatılar var..
bazılarını basmışlarsa da kağıda diğerleri yok..

bir kafes oda var..
her ayrıntısında.. süs kafesinde otrüşlü kaplan desenli terliklerde..
efen'im
plastik ama varaklı bürlesk dekorda..
tevedeki filmde..
derkilerde raflarda iyice bakın ..
zaman geçirin..
kadının kapatıldığı "kafes yaşam"ı her ayrıntıda bulun.. / kezban arca batıbeki../ bir tek ayna ile cımbızı bulamadım ..
o da belki fazla şiirseldi.. =)
************
bavullu kompozisyonun yanındaki açıklamadan alıntı..

Gelirsen pırıl pırıl bakışlarınla gelmelisin ve mutlulugu asmalısın sol
omzuna. Bakıslarına kan dökmemelisin, kinden, nefretten, her tür
tuzaktan arinarak çıkmalısın yola. Hayatı taşıyacak kadar yürekli
olmalı küçük parmaklarin, avuçlarının içiyse her dem ıslak olmalı.

Gelirsen gözlerini getirmelisin, içlerinde bakmaya doyamayacagım umut
dolu gözbebeklerini de almalısın yanına. Bir ceylanı bile kıskandıracak
o nefis yürüyüşünle gelmelisin bana. Yürek titreten gülüslerini de
almalisin yanina ve akmalısın yüregime daha ilk merhaba demek için
hazırlık yaptıgım anda.

Ardında bıraktıgın sözcüklerin tümünü silerek hafizandan, o öpmeye
kıyamadıgım dudaklarınla gelmelisin. Günesi getirmelisin gelirken,
karanlıkların üzerine çullanmalıyız seninle ve içimize gömmeliyiz
karanligi.

Hayatla basa çıkabılecek kadar sert, en küçük kırılmada parçalanacak
kadar yumusak bir yürekle gelmelisin bana gelirsen.

Minicik öykülerinle gelmelisin, bir kedi kadar sessiz, bir kaplan kadar
yırtıcı olmalısın yola çıktıgın andan itibaren. Seni dinleme zevkini de
getirmelisin bana, dudaklarindan dökülen her sözcügü içmeliyim kana
kana.

Feslegen kokulu saçlarınla gel gelirsen ve içinden topladigin
çiçeklerini ver bana. Yüreginden sessizce süzülen nehirlerini getir
bana, utangaçlıklarını, sokulganlıklarını, çılgınlıklarını da yanına yoldas
yaparak.

Ama neyse sen bana aldirma. Unut yukarida istediklerimin tümünü.

"Gelirsen Sadece Kendini Getir Bana ."


ben en çok "bana aldırma" cümlesine katıldım can ve yürekten..

bir de kadın sanatöçılara pozitif ayrımcılık yapıldığını gururla itiraf edyim..
sergilerde kadınlaın ağır bastığı bir ülkede yaşıyoruz..
bakın her haltımız ters de gitse bu aralar..
=)
başka ülkelerin tersine.. evet oralarda gorilla oluyolar biliyosunuz.. anlatmıştım yıllar önce..=9

bi de denizcilik müzesi gezmek lasım bi ara en çok kadım ressam ordaymış =D..

bana inanmıyorsanız yazgülüne inanın gidin bakın görün keşfedin...
Image Hosted by ImageShack.us

23 Eylül 2011 Cuma

keşfet/izle/oku/yaşa/birleştir/er

iki üç gündür notpede yazıyorum..
yazıyorum..
kaydediyorum..

ne bloa ekliyorum..
ne kimseye söylüyorum..

burası buduar..
o yüzden eklemiyorum..
kimseye söylemiyorum..
çünkü..
bunu tartışmak istemiyorum..

ama artık kafamda şekillendi iyice..

o yüzden burda yazamamda artık bir sakınca yok..

zaten üç beş kişilik bi buduar burası ve..
ayrıca..
üzgünüm ama..
bu kötü yolsa..
buraya durup dururken düşmedim..
ve hatta beklerim..
siz de gelin bence..

şu arazi satma konusunda..
düşünürken biraz.. orta doğu çalıştım..
filistinisrailosmanlıdünyaingilizarazisatmadevletkurma..
sonunda bi karar verdim..

satılsın..
bir.. dünya düşünsün bir grup aklı sonradan başına gelecek gelişmemiş insanı daha bela etmek ister mi..
iki..
ben yeni komşularımla.. sanırım eskilerle geçindiğimden daha iyi geçinebilirim.. zaten azınlık ve hatta uzaylı gibi hissediyorum.. daha kötü olamaz..

**********
düşündüm..
şu katledilen genç kadınları düşündüm..
üstüne bi de çelik çeneli melekleri izledim..

ne zor elde ediliyor haklar..
savaş terör normal yaşamdaki ufak tefek gaileleri nasıl da küçmsetiyor da..
yaşamlar bitiyor diye..
ve bir önceki yazımda dediğim gibi..
şu andaki sıkıştırılmışlık duygumu..

ben ..
okuyarak sergi gezerek.. beynimin nöronlarını güzek konularda yorarak yaşamaya karar verdim..
gailesiz kalmaya..

zaten ya öyle olacağım ya da hiç var olamayacağım sanki..

sahi biraz orta doğu tarihi okusanız ya..

Image Hosted by ImageShack.us

17 Eylül 2011 Cumartesi

benim epik öykülerim

okuduğum bir blogdan çevirdim.. esinlendim ve ekler yaptım..
kendi kesintili dilimle..


1940 yılında..
cozef czapsi gnazowietz sovyet kampında tutukludur..
katin katliamından kurtulmuş 400 polonyalı subaylarla birlikte..
aralarında "en iyi anımsadıkları konuda" birbirlerine konferans verme konusunda anlaşırlar..
kendilerini yılgınlıktan kurtarmak için..

yazar ve ressam olarak czapi de..
fransız edebiyatı ve sanat konusunda usta olarak ..
bu konuda özellikle .. La Röşerş du Tam Perdü / kayıp zamanların peşinde ve..
prust hakkındadır ..
sadece aklında kalanlarla..
elinde kitap olmadan..
ellerinde hiç kaynak olmadan..

kimi avcılık ve tarih konusunda ders verir ama o .. prustu anlatır..

"ufak ve tıka basa dolu bir odada.. her birimiz en iyi hatırladıklarımızı anlattık..
hala marks engesl ve lenin fotoğrafları aldında sıkışık oturan arkadaşlarımı görür gibiyim..
o zamanlar aşırı sıcak mantar duvarlı odasında oturan prustu düşünürdüm..
ölümünden yirmi yıl sonra.. polonyalı tutuklularınların..
karda ve soğukta geçirdikleri bir günün sonunda..
germant düşesi.. bergotun ölümü
ve bu keşifler dünyasından anımsayabildiğim o değerli psikolojik ve güzel edebi
öykülerini büyük bir ilgiyle dinlediklerini bilseydi.. sanırım şaşırır ve duygulanırdı..

entelektüel bir çabaya katılma mutluluğu ..
bize..
hala düşünebildiğimiz ve o andaki kendi gerçekliğimiz ile hiç ilgisi olmayan..
zeka nesnelerine tepki verebilmemiz.. o eski manastırın yemek salonunda geçirdiğimiz zamanları ..
pembeye boyardı..
bizim için sonsuza dek kaybolduğuna inandığımız bir dünyayı "okuldan kaçmış gibi" yeniden yaşatırdı..


polonyalı yazar ve ressam.. bunları "ALÇALMAYA KARŞI PROUST" isimli kitabının ön sözünde anlatmış..

bunlar da benim epik öykülerim işte..
silahla değil.. sözle yazılan öyküler..

bir hasır sepette..
bir fotoğraf makinesinde..
ufacık kağıtlara yazılan romanlarda..
bir odada..
bir tutukevinde yazılan öyküler..





Image Hosted by ImageShack.us

16 Eylül 2011 Cuma

duygusal asileşme.. ruh saklanbacı ben vesaire..

ay tamam..
yine o zamanlar geldi..

hergün doğudan elemli haberler..
artık maç sonucu ya da meteoroloji sonucu gibi verilir oldu..
yaşam umursamazlığı..
ölüm umursamazlığı..

istanbula gene saçma sapan şeyler yapılıyor..
minare çalan kılıfını hazırlarmış de gökdelen dikenler..
niye insanı salak yerine koyan açıklamalar yapıyor..
onu bilmiyorum..

ortadoğu turnesinde her gün başka bir tuhaflık tutarsızlık..
şakşakçılardan istemediğin kadar onay..
çarpıtma.. allama pullama zamanı..
çingene çalıyor kürt oynuyor derlerdi eskiler darmadağınık yerlere bakıp..
işte o bende bizim günden durumu..
bir şeyi bile ciddiye alamıyoruz vakit yok.. çığ ortamında yaşıyoruz..

tepki yok artık..
kimsenin kimseye tepki verecek hali vakti isteği yok..
umuru değil..

dumanın dadiği gibi..
satmışlar çalmışlar bozmuşlar desen "iyi de bana ne" der gibi bakanlarla.. "iyi de sana ne" der gibi bakanlar..

he bi de tersi var..
en ufak bişey görüp avazlananlar eli sopalılıar..

ama ben ikisinin arasında kalınca işte..
dağılıveriyorum..

memleket uğruna oturduğum yerden dağılıvermemin bir faydası olsa anlarım da..

gene o zamanlar işte..
lokmanın boğaza dizildiği..
yutamamazlıklar içinde .. üstüste yutkunduğum zamanlar..

belki de ondan diyorum insanların bunca saçmalıklara prim vermesi..
ot tedavisi..
nöral terapi..
kişisel gelişimcilerin nefes teknikleri.. gevşeme erme uçma durumları peşinde bir yığın insan..

bir hastam var bu aralar.. uçmak isteyenlere uçma eğitimi veren merkezi var...
geçen yıl eğitim programının başlamasına yakın kilitlenip kalmıştı..
şeker de bi kadın.. fazla konuşturmazsanız..
işte o..
gene tutulmuş.. dedim.. yine sıkışık zaman mıdır.. yine eğitim var mı..
olmaz mı dedi.. çok keyifli bir eğitimin ikinci aşaması başlayacak haftaya..
e dedim ben de.. hep böyle zamanlarda oluyor..
"ruh saklanır deriz biz " dedi..
eğitilmek istemez..
böyle bedende sorun çıkartır da saklanır..
hmm dedim..

bu sabah da..
hocasıyla konuşmuş..
hocası senin duygusal asiditen var demiş.. laktik asid birikiyor ondan..

onu alkalileştirmek lazım..
internette bunu ararken girmişiz odasına..

***********

okuyorum deli dolu..
ayfer tuncun okumadığım öykü kitapları elimde.. bir de.. istanbul sende kalsın romantizmi..
eski beyoğlu ve beyoğlu insanları olmasa artık kabak tadı veren konular..

allendenin bir nasılsa atladığım kitabını buldum.. o.. bitti..

amele defterinin işi çok bu ara..
ekleyip duruyorum..

yapmam gerekenler var bi de..
liste yapmalıyım hatta minik minik unutulmuşlar ve ihmale uğramışlar..

deniz kıyısı.. cep kadar liman özlemi de var sanki içimde.. belki bir yol mu yapmalıyım..

şimdi önce o listeyi yazmalı..
sonra kırtasiyeciye doğru yola çıkmalı..

ama önce asitleşen duyguları nasıl nötralize edeceğim.. onu sormak istiyorum gugl'anıma..




Image Hosted by ImageShack.us

13 Eylül 2011 Salı

film.. dizi.. ama ille de hayat.. ille de ..

dünden beri dürtüyor aklımı birkaç şey..

bir..
lale dün suratımın kitabında bir filmden bahsetti.. bir süre önce izlemiştim.. pek güzel bir film..
nesi güzel.. efenim çekimler güzel..
hani bazen okurken.. yazar öyle bir anlatır ki.. mekanda kamera geziyormuş gibi gelir insana..

bu filmde de sanki film değil de fotoğraf çekimi gibi idi bende bıraktığı etki..
zaten renkler bile sepya idi neredeyse..
yoksulluğun rengi sepya..
yoksulun ışık girmez evi de kuzey ışığı ile birleşip bütünleşmiş bence..

lale
izlemezseniz küserim kategorisine almış..
ama benim ağzımda bi buruk tad kalmış..
ben de.. amele defterime aldığım notlara baktım o yüzden.. hatırlatılınca..

bence de.. izlenmeye değer bi film..
o yüzden spoylır yaratmamaya çalışacağım..

ama bu film ve yeni başlayan kıvanç dizisinin..
ki dizi ne olursa olsun.. kıvanç ekranın sağından girsin solundan çıksın izlerim diye abartılı konuşan beni.. ilk üçte birde hayırlısıyla bir kriminal dizi yok mudur'a.. itmesi..
ve başparmak kısa vuruşuyla kanal değiştirtmesi..

bu yazıyı doğurdu..

artık ikisinden ortak bahsedeeğim..
böylece spoylırsız atlatacağım..

üzerimdeki kişisel etkileri .. ve ordan da uzunn dönem yan etkilerine kayacağım..
neden..
içimden çıksın.. blogda dursun diye..

beni.. tanıdığım birini ya da film karakterini sınırlayan..
kısıtlayan..
ve sevdiği şeylerden uzak durmaya..
küçük mutluluklara sığınmaya..
bazen onu bile kendine fazla bulmaya iten her durum..delirtiyor..
ya küfrediyorum..
ya da zaplıyorum..

ama bunlar oluşurken sanki benmişim kadar da göğüs sıkıntısı .. solunum sıklaşması.. huzursuz ve anlamsız hareketlilik oluyor bende..
anksiyete ..

"artık fotoğraf çekmek istemiyorum.. yeterince iyi annelik yapmıyormuşum gibi geliyor".. cümlesi mesela..
bende bir derin nefesle cevap buluyor..

ya da iki kişinin konuşmasını izlerken..
olacakları tahmin ettiği için.. araya çaktırmadan girmeye .. olayların seyrini çaktırmadan karışık noktadan uzaklaştırmaya çabalayan birini izlemek de..

kasılıyorum..

terapiye gitmiştim bi zamanlar bahsetmiştim bi kaç kez..
yönetmekten vazgeç demişti bana.. terapist..
ev ödevi de aklıma gelen tüm uyarı cümlelerini yutmamdı..
ama dönülmez akşamın ufkuna giden bişey görünce.. uyarmadan dikkati benim görüş açıma çekip.. kişileri doğru yolda tutmaya çalıştığım bir hafta olmuştu..
hafta sonu..
bunu anlattığımda..
terapist beni takdir etmişti..
zor olandan en zor olana kaydırdığım için..
sorumluluk duygumu..ve sonuçlarını..

"çaktırmadan kontrol etmeye başlamışsın" demişti..
"bunu demedim..
bırak dedim bırak karışma.."

sancılı bi süreçti..
tam olarak bırakabildim mi bilmiyorum..
en azından çocuks için..

ama denetlediğim kesin..
on yerine bir uyarı..
ucunda ölüm yoksa bırak yapsın.. durumları..

diğer ilişkilerimde başardım..
sonuçta..
bire bir ilişkiler iyi oldu..
ama.. üç kişi bi arada iken..
görüyorum işte.. büyük patırtı kopucak.. geliyor gümbür gümbür..
ayh karışmamam lazım..
ikili ilişkinin içinde olmamam lazım..
ama şişmemem lazım diye bişey yok..
şişiyorum..

neden mi..
çünkü ne ikinci ne de üçüncü kişiler değişmek istemiyor..
unutkan olan diyelim unutmaya devam edecek değişmeyecek..
başına ne gelirse gelsin..
onun altında kalacak kararlı..
diğeri de.. her fırsatta bu açığı yakalayıp laf sokacak fırça atacak ..
susmayacak..
eh elbet bilirsin sorununu çözmeyi.. demeyecek..

peki benim ne işim var ortada..
bana ne gidin yalnızken halleşin..

değiş..
uyum göster..

bu birçok yerde geçerli bişey..
kadın olmanın bi özelliği midir..
"lö dövuar avan tu" diye beynimi yıkayan.. rahibeler midir.. saime hanımın tornası mıdır.. bilmiyorum..
ama bildiğim o ki..
geriliyorum..

x golf alanına giderse olabileceklerin y'ye vereceği zararı düşünerek.. bu işi engellemeye çalışan xle ynin anneleri..
ya da..
yapmak istediği minicik bir kaçamak için illa kötü hissetmesi bedel ödemesi gerektiğine inanan kadın..

büyük depremde hasbelkader fransada bulunan ve zaten endişeli olan ben'cağız döndüğünde.. "sen bi daha çocuklarını bırakıp gitme bi yere " denmesi kadar abes bişey..
yaşamı durduramayacağın gibi..
günü de yakalayamazsın..

önüne geleni.. aklına geleni yut.. sindir..
sonra" yaşamı yakalıyorum" diye..
erme.. kişisel gelişme kurslarında vakit geçir.. ailendekiler büyüyüp.. yaşlılar öldükten.. sonra.. elin boşaldığında..
ve bunu da her kuyruğu sıkışana ders olarak aktar..

şu kadınlar artık.. agar agar gibi davranmasın..
besi yeri değiliz yahu..
kazık kadar adamları çocuğumuz gibi görmemizi beklemesin kimse..
ve kimse de anneliğiyle var olmaya çalışıp.. yakasına yapışmasın çocuklarının..

otuz yaşındaki oğluyla bir yandan skaypda konuşurken boynunun ağrıdığını öğrendiği için bir yandan bana telefon açıp soran bi hastam vardı bu sabah.. ne ilaç alsınmış..
ingilteredeki oğlu..
ottuz hanım otuz.. çok ağrıyosa doktora gidecek..
zaten oğlunu muayeneye geldiğinde de yalnız bırakmamıştı..
oğlan absürd şeyler yaparken ağrısını söyledi.. ben de o yaptıklarını yapmamasını..

ama anne röntgen filmine bakıp oğlunu filmin önüne sürükleyip..
üstüste koyup.. bak bu tarafa doğru senin eğiğin diye odayı panayıra çevirmişti..

ya da kocasının hastalığında da.. önce kırk dakika kendisi anlar dinler.. gider kocasına anlatırdı.. ve ama benim bi kırk dakika da kocaya anlatmam beklenirdi..
koca ise üst düzey yönetici holdingin birinde..

ha ama aynı kadının şiddetli ağrılı omuz sorunu için tedaviye gelmediğini de belirteyim..
ama her fırsatta..
oğullArının ve kocasının gömleklerini ütülerken ne denli ağrısı olduğundan yakınmayı kesmediğini de..

şimdi ben yazıyorum diye..
ne kadınlar var demeyin..
herkes her an böyle tuhaflıklar yapmakta..

film beni çok etkiledi..
filmo-grafi..
estetik.. dönem.. ve arabeske kaçmayan fakirlik.. buna rağmen bir medeniyet..
çay fincanları.. ovulmuş pırıl pırıl bakır çaydanlıklar..
keten örtüler..
ilk çekilen fotoğraf.. ve ikinci.. seçimler.. ayrıntı..
"görmek istediğini görürsün"..
evet aynı noktada hem güzel hem çirkin şeyler olabilir..
ve sen görmek istediğini görürsün..
hani yarım bardak su varmış da ..
iyimser dolu kötümser boş görürmüş de yarısını da..
ama neden..
bu cümleye de sinirlendim acaba..
şundan..
şöyle bir olasılık çıkıyor olmasından..

sanki o çirkin şeyi görmek..
vazifen.. tamam..
ama.. değiştiremeyeceğini kabul etmek de zorundasın.. bak işte sinirleniyorum..
o yüzden bari görmezden gel.. yanındaki güzel şeyi gör..hah bak işte delirdim.. neden çünkü.. çaresizliği kabullendin..

mezarlıktan geçerken ıslık çalmak kadar faydasız..
gör..
çirkin buuu diye bağır..
hatta her geçtiğinde.. çirkin de..
ama tamam.. ordan uzaklaşınca da orda çirkin bişey vardı diye ağlaşma..
ama lütfen.. rasyonel ol..
gör yani..
ve ilk bulduğun fırsatta o sana dayatılan .. çirkin şeyden uzağa kaç.. ya da yok et.. ama görmemezlikten gelme..

anne eş ve kadın olmak dışında ilginç bişeyler yaratabilecek yüreği ve becerisi var diye kendini suçlu hissetmesin kadınlar..sıradan kadınlar da dahil buna..
her bir tek kadın için geçerli olsun..
kendi arzusu ile.. aman şimdi .. kızar.. ağlar.. laf sokar.. olay çıkar..
ders çalışmaz.. uyumaz.. içer.. filan demek zorunda hissetmesin kadın kendini..
herşey bizimle ilgili değil..

pucca bi yazı eklemiş yeni.. sevgilisinin yıkadığı pantalon cebinde kalan paralarla ilgili bir bölüm var..
çekirdekle beraber okuyoruz.. puccayı.. ben bulduğa çözüme inanamadım.. =).. asla bulamazdım o çözümü..
çekirdekse.. "ne kasıcam direk söylerdim".. dedi.. içim ışıdı.. derken birden.. " ama aşk sevgili durumları filan olunca.. ne biliim belki de söyleyemezdim" dedi..
gıcık oldum..

çekirdeğe değil..
ikisi bi arada x'lerine sanırım..

dolfin bugün yeğeniyle ilgili bir paragrafında benzer bir gözlemini yazmış..

işin komiği..
aşık olurken.. aşıkken evlenirken hamileyken doğurunca.. yaptıkları bu insan üstü fedakarlığın ..
kendini silmenin.. ne kadar zor olduğunu yanlış olduğunu..
kendi içine hapsolan kadının mutsuzluğunun..
sonra nasıl acısını çıkardığının farkına varamıyorlar..

nasıl mı çıkarıyor kadın acıyı..
ileri yaşta..

çocuklarına sürekli şikayet edip kusur bulup asla memnun olmayarak..
kocadan ise.. adamlar emekli olduğunda hastalandığında.. tabağındaki bezelyeyi bile sayıp..
sana on bezelyeden fazlası dokunuyor diyerek..
uyurken uyandırıp..
uyanıkken uyuma saatin diyerek..
yani illa ki.. huzursuz ederek..

demem o ki..
bugünün fedakarlıkları.. yaşam biçiminiz olmamalı..
bir acenda bir kalem..
haftayı ayı bölün kendinize zaman ayırın..
o zamanı.. oksijen zamanı yapın..
oksijensiz soluyamazsınız..

ama o zaman için diyet ödemeye kalkmayın..

uzadı sıkıldım..
her zamanki gibi..
*siz ataletin dediğini yapın..
yaptığını yapmayın..
*elbet bu dediklerim basit genel yaşam süreçleri için geçerli.. önemli hayati maddi veya sağlık zamanlarını kastetmiyorum..
* amele defteri terimi.. sonunda not defterie bulduğum isimdir.. "murat yalçın"ın.. şen saat öykü kitabının.. "kum saati olmak isteyen kadın" öyküsünden ilham..
Image Hosted by ImageShack.us

12 Eylül 2011 Pazartesi

kolaj fal sanat


sacré-coeur


notre dame'ın kamburu filmini izleyenler.. binanın tepesindeki çirkin heykelimsi şeyleri de farketmişler midir.. ya da bazı korku filmlerinde fardır.. kötü şeylerin oluşacağı evlere yaklaşırken kamera ya tavanarasında bir pencereye ya da işte bu gargoyllere odaklanır hani..
çirkindirler.. çünkü eve hasetle kötü gözle bakanların etkisine karşı koruyucudurlar..



kahve fincanım


o yüzden korkmadım bitirdiğim kahvenin içinde böyle bir şekil görünce.. beni korumaya gelmiş.. =)



datça/ yakaköy/ knidosun sır'ı sergisi


karga da korku veren bir hayvandır bir çok kültürde boş konuşan ve savaşla kötü olaylarla bağdaştırılan bir hayvan..
ama kuşların en akıllılarından .. hem yüzelli yıl yaşayıp da azıcık da olsa akıl toplamamak mümkün mü.. bir tek yerde kargaların kendi yaşlılarını besleyen iyicil varlıklar oldukları söylenmiş.. hatta bu nedenle.. evlatlık bağı ile ilintilenmiş..
şaka yok ben de iyi bakarım.. =) bakmam gerekene..

hem yıllar önce çocuk programı diye yapılan ama benim tirykisi olduğum.. bir kadın sunucu oyuncu yapımcının eline taktığı karga el kuklasının canlandırdığı aksi.. ters.. muzip.. bir o kadar hayran olunacak karga tiplemesini unutamam hala..



fincandaki karga


o yüzden pek sevdim ben fincanımdaki kargamı =)..

***********
saçma evet.. kapatmıyorum fincanlarımı..
ama içince bakıyorum şöyle bir.. bence en güzel şekiller o zaman çıkar.. hem en eğlencelileri de..
***********


mini mini kuşlar gibi toplanıp.. keyifle sohbetleşeceğimiz..



martılar gibi süzülüvereceğimiz bir hafta olsun..

%%%%%%%
bi de.. gitmeden.. ol fotos bay mi.. =P


falında sanat bulunan Image Hosted by ImageShack.us

9 Eylül 2011 Cuma

martılar ve incir çekirdekleri





sadece araba kullanırken akıl gezdirebiliyorum..
bu artık bilinen bir özelliğim..
dalıp gidiyorum ama epeydir..
ne düşündüğümün farkında olmadan..
etrafın da..

en sevmediğim şey farkındalık azalması..

gün boyu farkındalığıma fazla yükleniyorum.. yoruyorum..
ondan galiba..

ama sonra birden ani.. hızlı bir hareket beliriyor gözümün önünde.. bir an önce.. oturmuş önümde duran arabanın stop lambalarına ya da.. yeşile dönmesini beklediğim trafik ışığına bakarken..
bir an sonra o hareketi yakalamaya kalkıyor gözüm..
bir martı geçiyor iki yanımda yükselen yüksek binaların oluşturduğu yamaçların arasına sıkışmış olan.. gökyüzü parçacığından..
aslında farkında değildim orda bir gökyüzü olduğunun..
saatine göre kanadına bir gümüş.. ya da altın çizgi almış bir martı..
planör gibi kayarak süzülerek ilerliyor.. ve girdiği kadar hızla çıkıyor görüşümden..
martı.. oluyorum.. refleks olarak..

dün akşam.. kaçıncı kez tekrarlanınca aynı şey..
karar verdim..
bu şehrin ortalarında..
denizden uzak yerlerde sıkışmış..
büyük şehir yaşayanı..
bezgin kitleye.. bize..
yukarda gökyüzünün varlığını hatırlatmaya çalışıyor martılar sanki..
ve az ilerde bir denizin.. maviliğin.. iyot kokulu tuzlu rüzgarın olduğunu..

seviyorum martıları trafikte sıkıştığım noktada..

budur..
.......

hep sıkıntı çekiyordum.. kuşların rüzgarı kanat altına doldurup.. gökyüzünde kaymalarını ifade ederken.. planör yapmak planör gibi diye uzatıyordum.. planer sözcüğü fransızcada kuşların bu durumunu anlatan sözcük.. bizde ise yok bak.. planer ' den türemiş planör var ama diye homurdanıyrdum..
sözlüğe bakmak gerekiyormuş.. doğru sözcük "süzülmek" miş.. sevindim.. artık süzülecek benim de kuşlarım tüm endamları ile..
utandım.. hem aslında bildiğimi farkettiğim hem de.. daha önce sözlüğe bakmadığım için..

-------

kahve fallarımda .. ama benim usul.. kapatmadan önce.. ama kahveyi bitirdikten sonra.. içilen kahveden kalan izlerde.. çok fantastik şekiller yakalıyorum bu ara.. gotik kiliselerdeki " gargoyllardan tut da.. kargalara kadar.. sulu boya resimler kadar net .. hem de..
onlardan bir kolaj çalışması düşünüyorum.. =)
incir çekirdeklerini epeydir fazla rahat bıraktım..
*******

pese yerine noktalar yıldızlar kullandım.. değişiklik olsun diye.. evet..
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&
fotograf da eklendi.. derin düşünen bendeniz hafif arkada duran =D.. teşekkürler dolfin..

Image Hosted by ImageShack.us

7 Eylül 2011 Çarşamba

yazamadığım aşk öyküsünün öyküsü..

aklım çalışıp ..
bağımsızlığıma düşkünlüğüm de aklımla beraber devreye girince..
bana bakmak benimle ilgilenmek zor olmuştur genellikle..

bu nedenle elden ayaktan düşüren durumları hiç sevmeyip.. hemen kurtulmaya çalışırım..
ateşli hasta iken bile.. yardımcı dahil herkesi gönderip..
yalnız kalasım olur..
ininde ayılar gibiyim derim hep hastalandığımda..

ama bunlar elbet üç beş günlük olduğunu olacağını bildiğim şeylerle ilgili durumlar..

doktora kontrole tetkike hep yalnız gitmişimdir..

çbye sen de gel dememişimdir..
o da kendiliğinden gelmemiştir..
ben de bunu yadırgamamışımdır..

ama bazen bana hastalar gelir..
ya da bir arkadaşımla otururken ona gelir hastalar..
adamlar kadınlarının çantasını alır..
kendi omzuna asar.. ayakkabılarını çıkarır.. giydirir..
göz muayenesi sırasında elini tutar.. filan..
ben buna gerek duymam .. duymadığım gibi..
eline filan da vurasım gelir bana el uzatan benden önce bişeylere el atanın genelde de..
bana yapılsa..
kendine yaptırana da sinir olurum.. neden acizleniyorlar diye.. de..
tabii burda hep hafif şeylerden bahsediyorum..

ya bikaç kere ciddi hastalandığımda da.. hep yalnızdım.. saime hanım şehir dışında.. çb nöbette..
kankalar biyerlerde.. iken oldu ne olduysa bana..
başımın çaresine yine kendim baktım..

bir şımardığım çekirdeğin doğumudur.. onun da arkasından çekirdeğin ağır sarılığı nedeniyle o şımardıklarımı fersah fersah geri ödemişimdir..

kadın olarak dirayetli olmanın vazgeçilmezliğine inansam da..
.. bezdiren dayanışmayı .. istemesem de ..böyle kadın erkek ilişkileri gördüğümde..
sinirlenirim ucundan kendi kendime..=) kıskanırım azıcık..
ama ne sitem eder ne de dile getiririm.. benim içimde bi şeydir bu..

ne istediğini bilmeyen kadın mıyım neyim..
diyelim ki öyleyim .. devam edelim..

kadın olarak ..
eş durumundan kıskanma ya da daha pozitifinden..
" özenme " hakkımı kullanayım diye bir yazı göndermişti geçenlerde benim kıdemli yengeç..

ayşe armanın yazısı.. terketmeyen erkekle röportaj..

tabii çok tıpdilidışı yazılmış hastanın durumu..
özellikle üzerinde durulan..
iki sözcüğü..
"bu son " sözcüklerini tekrarlayarak konuşması.... bu şekilde şiir bile okuması..

bazı özeleştiri ve öz hırpalamalar yarattı yazı gerçi içimde ..
bir paragraf nedeniyle..
ama bişeyler aşina geldi bi yandan.. bu öyküde..

ama tabii anlatan koca xykişi..
kendi penceresinden..
olayları anlatıyor..
o yüzden bir yandan da .. tam da bilemedim.. aşimalık derecesini..
biz kıdemliyle biraz konuştuk yazıştık bu konuda..
onu anlatmayacağım..

ama sonra.. üzerinden bir 24 saat daha geçince..
birden anımsadım..
benim hastam olmuştu bu kadın..

başından eksik etmediği bandı..
parlak renkli tişörtleri.. taytları ..
güler yüzü ile.. yanındaki bakıcısı ile..

ama ben hiç koca xysini görmedim..
hiç benimle görüşmedi.. konuşmadı.. o kalış süresince..

ilginç..

kadın da elbet benim bu bloğa kaydedeceğim bir öyküye sahip olamadı..
hem kendisi anlatamadığından..
hem de kimse anlatmadığından.. öyküyü..
neşeli ve hatta keyifli bir kadındı..

bazı hastalar kendi istekleriyle kendi hedefleriyle gelirler kliniğe onlardandı..
tamamen düzelmek isteği ve hedefi ile gelmiş.. kısmen düzelmiş .. kendi isteği ile taburcu olmuş olanlardandı..

ve şimdi öldüğünü öğrenmiştim..
huzur içinde olsun..

bu durumda..
bu yazı sadece.. atalete eklenemeyip..
ayşearmanın tarihe kayıt düştüğü bir kadını ben de tanıdım demek için ..

bunca büyük aşk öyküsü zaten atalette yerini yadırgardı ..

ama bu bloğu da boşa bırakmamak gerek zaten yoksa tümden kayboluyor yazma içgüdüsü..diyerek.. yazamadığım aşk ve vefa öyküsünün öyküsünü eklemiş oldum..

************
pese.. bereketli yazı imiş.. ne çok şey girdi.. bu gariban.. sayfada açıkken araya.. hayat ne kadar hızlı gidiyor..
ben bu durumda aklıma gelenleri nasıl yazabilirim ki..
o her zaman yazmak istediğim öyküleri sanıl inci gibi cümle cümle dizebilirim ki..

Image Hosted by ImageShack.us

5 Eylül 2011 Pazartesi

orijinal kopya ya da kavır.. =)




farkında mısınız söz bitti sanırım..

yazılan yeni roman öykü kitaplarından artık yalanarak ayrılmıyorum uzun zamandır..
sanki tüm öyküler anlatıldı..
filmler de öyle.. alışmışım bakıyorum..
nerde o hayalin içinde kaybettiren çekimler filmler..
fantastiğin tırmanışı ondan mı ki..
yeryüzünde yaşanabilecek herşeyi çektik.. şimdi hayal gücümüzü kurgulayalım.. preşııııslarla sarışın prensesleri bir yüzük peşine koşturalım.. meğersem yerin altında da hayat varmış diyelim.. demeleri ondan mı ki..
artık figüran kalabalıklığı.. piksel sayısı.. üç boyut.. animasyonların ne kadar doğal hareket ettiği..
ve harcanan paralar önem kazandı.. sinema sektöründe..

"sartre'ın lavabosu"nu okuyorum..

pek güzel..
yaşlı adam ve duvar kağıdı..
sartre'ın lavabosu..
uğultulu tepeler yazarının .. kaloriferden hava boşaltma..
fayans değiştirme..

kafkanın çorbası yazarından bu da..

Edebiyatın “usta” yazarlarından, evdeki her türlü tamiratı kendiniz yapabilmeniz için yararlı bir kitap!
Eğer büyük yazarlar, kalemlerini “kendi işini kendin yap” kılavuzu yazmakta konuştursalardı, sonuç nasıl olurdu? Örneğin Sartre, “bulantı” yaratacak kadar tıkanmış lavaboları açma metodu, Hemingway ise “yaşlı adam” için duvar kâğıdı yapıştırma yöntemi yazsaydı?

Bir Milan Kundera kahramanının, dikizlenmeyi cama macun çekerken tecrübe ettiğini düşünün ya da erotik edebiyatın başyapıtlarını vermiş Anaïs Nin’in, bu kez marifetlerini panel kapı boyamada konuşturduğunu, hem de aynı cüretkârlık, aynı hassasiyetle…


diyor arka kapak yazısı..

aslında ilk üç öyküde ne yapılmak istendiğini tam anlamadım..
ama margerite duras ve emily bronte'yi okurken aydınlandı zihnim..

o yazarların dil farkı çok vurucu idi.. duras benim gibi kısa cümleler.. ve tekrarlamalarıyla.. bronte ise betimlemeleri ve uzun ağdalı cümleleriyle birden çarptı..

bu ünlü yazarlar.. tadilat tamirat işlerini evde kendileri yapıyor olsalar ve bu konuda blog yazsalardı..
böyle olurdu..

ama öykü olarak.. bilemiyorum..

sonra düşündüm..
ilginç..
söz bitti sanırım dedim...

sonuçta sadece söylenebilecek şeyleri en güzel söylemiş olanların uslubunu .. başka şeyler anlattırmada uygulayalım bakalım noktasına kadar gelindi..
açıkçası buna edebiyat diyemem..
kurgu yok..
uyarlama var..
ama kesin olan..
bu işlerden anlıyor bu kitabın yazarı..
tadilattan tamirattan..
kendinden bahsettirmekten..

hani ünlü ressamların kopyaları çıkar arada sırada.. a orijinal değilmiş denir..
ama o kpyaları yapanlar da iyi ressam olmalı aslında yoksa mesela ben öldür kibele.. yapamam öyle bir kopya.. çöp adamdan ötesi yok zaten benim için..
yani o da bi sanat..
hani şu orijinallikle ilgili filmde dendiği gibi.. kopya ne orijinal ne artık bilmiyoruz..

demek bunun edebiyata sıçramış hali..
bu kitap ve benzerleri..
yoksa oturup da bunu yazamaz.. edebi yeteneği olmayan biri..

bir fotoğraf sergisine gitmiştik simurgumla..
orda da uzaktan bakınca eski çin resimleri gibi görünen şeyin aslında büyük inşaat alanları ya da şehir çöplükleri olduğunu..
üzerine pagodalar şelalelerin fotoşopla yapıştırıldığını görmüştük..
ben nefret etmiştim..
brugel gibi..
ne güzel ne neşeli dersin de hani.. aslında herkes kötücül işler peşindedir.. biri yankesicidir..
biri kediye işkence yapıyordur.. biri ırza geçiyordur.. kalabalık neşeli panayır tablosu aslında danteesk bir tablodur..
bu da öyle uzaktan gözlerini kısınca güzel bişi.. bir bakıyorsun ya yıkıntı ya çöplük..
ben düşünürken ne gibi bir gereksiz gerekçe ile böyle bir şey denedi ki.. diye.. fotoğrafçı için..
simurg kestirmeden karar bildirmişti.. "dijital" sanat olmasın.. demişti..



şimdi aynı duyguyla..
bunlar.. edebiyat olmasın demek istiyorum..
ayrı bi kategori açılsın..

ha ama keyif aldım tabii..
yeni bişey.. adam aklını kullanmış..
nasıl ki eski liste başı müziklere kavır yapıyorlar..
o da kavırlamış..
dün yemek tarifi.. bugün kendi tamiratını kendin yap..
yarın da.. ev doktorluğu olur.. ya da bahçe bakımı.. neden olmasın =)..

ben en iyisi eski neşeli hoppa zamanlarımdaki gibi.. güleyim bir..
bir de..
kavırlayın beni de .. anacım diyeyim.. gene..
ha bir de şunu yapasım var..
orijinal öykülerle eş zamanlı okuyasım var.. bu öyküleri.. onu da yazar mıyım bi ara .. bilem.. belki..

budur..
ha bi de diz üstü edebiyat dedikleri bişey çıktı ya..
çok okunan bloglardan kitaba dönüşenler..
merak ediyorum.. tanımadıkları bir genç kadının ya da iki çılgın erkeğin anılarını kitap olarak alıp okuyan kişiler.. herhangi bir büyük adam düşünür ya da yazarın.. memoires'ını okumuş mudur diye..
ben mesela sıkılırım güncelerden..
ama blog okuyabiliyorum..
ama kitap halinde girerler miydi hayatıma bilmiyorum..
mesela şey gibi.. hani bazı insanlar herhangi bir konuda.. konuşur da..
bazıları amcam bi seferinde.. eniştem bi yaz. diye anlatır..
ben o tek kişiyle sınırlı tecrübeleri pek dinlemeyi de sevmem.. =)

çin resmini şurdan buldum..
bahsettiğim dijital sanatçının fotoğrafı ise .. burdan..
Image Hosted by ImageShack.us

3 Eylül 2011 Cumartesi

bir olgu dolayısıyla.. duygusal yeme bozukluğu =)

İnsan ruhu yaptığı seçimlerle bellidir.. Nietzsche


Nihayet bu yaşımda yeme bozukluğum olduğunu öğrendim..
Bu sabah kesin tanımı koydum ve hatta tam olarak hastalanma zamanımı da bildim..
Yok terapiye gitmiyorum.. bir sohbet ve sonrası..oluverdi işte..

Akşam çekirdeğin arkadaşı misafirdi bizde.. dillerinde yeni bir terminoloji var..
“ çıtırından “ çıtırdan”..
Ne demek derseniz.. azıcık.. önemsiz derecede anlamında.. joker sözcük..
Çıtırdan sinirlenmek.. çıtırdan bişeyler yemek gibi..
Çıtırdan atıştırmalık olsun diye.. ve çukulata krizleri nedeniyle.. diabetikler için yapılmış çukulata almışlar.. ama gene de paketin üzerinde kalorisini görünce şaşırdılar..
“Diyet çukulata yoktur “dedim ben de.. “diyabetik o”.. “diyet yazıyodu” diye karşı çıktılar.. sonuçta.. benim “ben doktorum yav dinleyip inanacaksınız bana .. verdiğim bilginin avantajlarını kullanın .. millet bu bilgilere sahip olmak için para ödüyo bi de “ bağırtım sonucunda bir an duraladılar..
“Konu diyet olunca.. bişeyler bilirim.. hatta çok bilirim.. “diye pekiştirdim ..
“ insülin seviyesini sabit tutmanın faydaları.. bunun yolunun kısa aralıklarla yemek olması.. uzun süreli açlığın.. etkileri bakınız ben.. ben bilmezsem kim bilir bilimselinin ve pratiğini şeklinde seyretti.. Çekirdek de.. bu yeni ve beni sadece bu halde bilen ve dolayısıyla şaşkın bakan arkadaşına.. “ he doğru çok zayıftı” dedi..
Buduar tarihinin tombul.. zamanlarından birini yaşamaktayım..

He ne yedim de aldım tombullaştıran güzelleştiren artıları..
hiç .. öyle aman aman bir ziyafetler silsilesi yoktu ..
Metabolik sendrom yaratıyorum kendi kendime..
“Ben sıkıntımı yiyorum dedim.. “
İşte bu cümle düşündürdü.. bu yazıyı..
Duygusal yeme bozukluğu diye bi kavram var aslında.. blumikler ve anoreksikler için.. ölünüyor bile sonunda.. ciddi bir konu..
ama benim tür.. durdurulamayan yeme..

Saime hanım oğlunu çok severdi.. başka severdi.. bir oğlum dediğinde bir oğlum daha dökülürdü ağzından..
Ama oğlu olduğu yani xy olduğu için değil.. zaten doğurduğunda ağlamış.. ağabeylerim kocam ve şimdi de oğlum ben kendime bir kız istiyordum diye de tece tarihine geçmiş olabilir.. oğul doğurup ağlayan kadın olarak..
ama çok zayıfmış bebecik.. bir de yıkarken boğmaya kalkışmışlar yanlışlıkla.. tepesinden dökeceklerine suyu ağzına boşaltıp.. başaramamışlar ama.. kaybettik çocuğu diye korkudan ölmüş Saime hanım..
sonra cemal bey.. doğu hizmetine gidivermiş.. Saime hanımla oğlu izmirde kalmışlar..
Bak bu zor işmiş.. Saime hanım alışveriş özürlü..
Bu nedenle önceden ödenmiş.. tüm manav kasap ve diğerlerinin paraları cemal bey tarafından.. Saime hanım her öğlen okuldan eve dönermiş oğlunu beslemek için.. kasap onu bekliyor olurmuş kapıda.. bebek köftesinin kıymasının hazır paketi elinde.. konuşmadan paketi alır geçermiş Saime hanım.. uyuşturucu alışverişi gibi..
iki sene yalnız kalmışlar.. ve bir gün çarşıdan geçerlerken .. Saime hanımın oğlu balıkçıyı görmüş.. bunlar ne demiş.. balık.. cevabını alınca ben bunlardan isterim demiş.. Saime hanım başlamış ağlamaya.. alamam diye.. oğlu da başlamış ağlamaya.. ben isterim diye.. oturmuşlar kaldırıma .. ağlaşırlarken bir tanıdıkları geçmiş.. onlar öyle görünce.. önemli bir şey oldu korkusuyla.. ammann diye yanlarına koşmuş.. meselenin balık olduğunu öğrenince.. o da gülsün mü ağlasın mı bilememiş olsa gerek.. ama neyse ki pratik insanmış… balık almış.. evinde pişirmiş.. bizimkileri de davet etmiş.. de balık yiyen Saime hanımın oğlu.. susmuş.. herkes mutlu..
Yani özel zamanları paylaşma.. başta istemediği çocuğa kendini “adama” psikolojik sorunu vardı Saime hanımın üstelik bir de benimle yirmilik gibi bir ruh benzerlikleri de olunca.. suçluluk duygusu artmıştı kesin..hem sev.. hem her paylaştığını özel hisset.. hem de başta istemediğin için suçlu hisset..
Özel severdi işte oğlunu..

on yıl sonra.. ben bir kız isterim restiyle “ isteye ve tehdit ede” dünyaya getirdiği benden bile farklı severdi..

Hissederdim.. kıskanır da olmam lazım..
zira o anne oğlun bir başlar birbirine dayanmış..
stüdyo fotoğrafının gözlerini oymuşum..
ama kendi anımsama becerimle..
Saime hanımın oğlunu da hiç kıskanmayıp.. çok sevdim ben..
onların özel zamanlarına girmek için hiç rahatsız etmedim.. bakışmayla anlaştıklarını fark edince ben de her biriyle ayrı ayrı bakışıp anlaşabilme dili geliştirdim..
yaradanı var.. yeterince becerikliydim de bu konuda..
birisi sormuştu da.. "kıskanmadın mı" diye.. "yok" demiştim.. "baktım herkes onu çok seviyor.. sevilmesi gereken olarak kabullendim onu ben"..

İştahlı bir bebek olduğumu söylerdi Saime hanım..
cılız ve yemek seçen ve asla kilo almayan hatta zafiyet bile geçiren oğluna kıyasla sanırım iştahlı bebek mutlu etmiş olmalı onu..
hatta bir keresinde..
Tam da beni beslerken.. bir konuk gelince ve mama tasına bakıp.. "hepsini mi yiyecek deyince"..
Saime hanım nazar değer diye korkup.. "yoo hepsini koydum da yediği kadar.. gerisi kalacak" diye geçiştirmiş cevabı..
tabağın yarısına geldiğinde kadın hala gitmeyince..
yedirmeyi kesip tası da mutfağa götürmüş..
koridorda arkasına baktığında.. mama sandalyesinden sarkabildiği kadar sarkıp.. mamamı nereye götürüyor bu kadın der gibi arkasından bakan beni gördüğünü..
kadın gider gitmez mamayı geri getirip hepsini yedirdiğini anlatırdı..
tombuuul bebektim..

He işte..
Biiir.. bebeği çok yedirmeyeceksin..
yağ metabolizmasını bozmayacaksın..

Sonra.. okul çağımı hatırlıyorum..
bildiğin çocuktum..
normal sınırlarda.. yaş boy kilo persentiline uygun..
fotoğraflarım da var ince uzun bacaklı bir kız çocuğu…

Derken ergen oldum..
sanırım ben imoydum..
kafam önde.. ilgisiz.. içine dönük.. asabi.. konuşmaz..
okur.. okur okur..
şu rahibe okulunda çarşambalar yarım gündü..
Saime hanım ise tam gün okulunda..
Bildiğin ergen kızın babasından nefret etmesi klasik bişeydir..
çarşambalar o yüzden eziyetti
evde nefret ettiğim cemal beyle
çatık kaşlarla girerdim kapıdan .. mutsuz huzursuz.. ..
beni mutlu etmek için..
önüme Çarşamba öğleden sonrası okumalarıma eşlik etmesi için..
üç çanak koyardı cemal bey..
mintips.. fruttips.. ve fındık fıstık..
bu karışıma bir de östrojen eklersen..
muhteşem bir karışım elde edersin..
Anne eksikliğini de ekle..
al sana büyülü formül.. kalıcı .. kötü alışkanlıklar..

Bu dönemin sonunda..
Okumak benim için atıştırmak oldu..
okumadan yaşamadığımdan..
devamlı yedim.. ve hep ıvır zıvır ..
kronik sıkıntı olan dönemler de..
yemek yiyerek atlatılan zamanlar oldu.. ve hep ıvır zıvırla..
Duygusal yoksunluk çekmek de ..
yiyerek atlatılan zamanlar.. ve hep ıvır zıvırla..
Çocukluğu içe dönük gözlemci iken..
ergenliğinde beter olan ataletin nefretini .. öfkesini bağırmak yerine bir avuç fındık fıstık kemirmek .. tatlının şekerin dibine vurmak .. kalıcı oldu..

Bu arada Saime hanım bunu fark etti..
benim de duyacağım şekilde cemal beye yalvardı..
cemal verme bu kıza böyle şeyler.. yoğurt ver.. meyve ver.. diye.. aa.. kadın hem beni nefret ettiğim cemal beyle bırakıyor evde ..
hem de bi de elimden yiyeceğimi alıyor.. duygusu yarattı..

derken beni diyete soktu.. Saime hanım..
benimle ilgilenmesi hep..
“yemeğimi kısıtlamak” şeklinde ifade etti kendini..
görev kadını Saime..
şimdi biliyorum .. anlıyorum ama ne fayda..

Baktı başa çıkamıyor.. kilit vurmaya başladı..
çukulataları gardrobuna kilitlerdi..
mutfağı da kilitlerdi..
ben de anahtar uydururdum.. büfeninki gardroba uyardı.. yatak odasınınki mutfağa.. bunu da bir ben bilirdim evde..

yani ben savaşa katıldım..
ama Saime hanımla savaşa..
kötü yeme alışkanlığıyla ve kilolarla değil..

gizli yemeyi öğrendim..
bir kez okurken yine krizim tuttuğunda..
parmaklarımın ucunda bakkala gidip.. bisküvi almıştım..
hani şu arası kremalı yuvarlaklardan..
dönüşte ayağım kayıp merdivenlerde düşmüştüm..
tesadüfen düşme sesini duyan Saime hanımın..
"ay biri düştü" diye kapıyı açınca..
içerde kitap okuduğunu sandığı kızını yerde..
etrafında konfeti gibi dağılmış bisküvilerin arasında yatar gördüğünde..
şok geçirip.. "yaradan iyiliğini versin senin" dediğini
ve kapıyı gerisin geri kapadığını anımsıyorum.. =)..
eminim cemal beye tıslamıştır.. “ssenn yaptın bunu” diye..

Neyse ki zamanla okumayı..
kahve eşliğinde yapmaya başladım da..
artık okumak kilo aldıran bir edim değil..
kalorisiz okuyabiliyorum.. =D..

Ve sonra aşık oldum..
kilolu kızın aşkı.. vahimdir..
o zamanlar sıfır beden yoktu daha ama gene de ben..
Saime hanımın gözüyle kendimi şişman kız olarak gördüğümden..
aşk= yemeği kesmek oldu..
öz beğenim yüksekti entelektüel alanda ama.. akıllı şişman kız olmak aptal zayıf kız olmaktan daha iyidir onu bilirdim.. söz hakimse.. orda kraliçe bendim.. ama aşk.. ahh..

hiçbir şeyin yendiği diyetler vardı hani..
birinci gün her öğünde bir orta boy patates.. ikinci gün.. sadece birer kaşık haşlanmış pirinç.. bir gün birer yumurta.. bir gün yoğurt gibi..
Bunun zaten Saime hanımın suda haşlanmış kabak çözümünden farkı yoktu..
ve acaip hızla iniverirdi kilolar..
aşk ya sıradanlaşır ya biterdi..
kilolar kitaplarla beraber geliverirdi..

Binlerce üçkağıt öğrendim yıllar içinde..
"Yemek sadece sofrada yenmeli"den.. tut da.. "tabağı küçült"e.. "proteini karbonhidrattan ayır"dan.. "önce bir çanak salata ye" ye..
Ama hep geldi ve gitti kilolar..
Her seferinde gelmemek üzerine gittiler sandım..
hatta bazılarında gardrop dolusu giysiyi attım..
Ama gene geri geldiler..

Ani aşk ve sıkıntılarda hala bir şey yiyemem ben..
Ama iş uzadığında..
duygusal açlık çektiğimde..
içim söyleyemediklerimle dolduğunda..
hala durduramam yemeği..
ve hep gizli yerim..
hiç bir şey yemeden kilo alan kadının gizemi....

Bir kez tombul bir zamanımda muhteşem bir dekoltemle şık giysilerle yüksek topuklarla bir yemeğe katılmıştım..
ha bi de toplu yemeklerde yemem.. "şişman kadın bi de yemek yiyor" demesinler diye..
İşte.. o "yememek"te bir arkadaşım sen çok güzel bir kadınsın ama bu kez kiloları benimsedin galiba demişti bana..
ben de en parlak gülümsememle.. sen hiç mutlu ve zayıf bir atalet hatırlıyor musun diye sormuştum ona..
zira atalet.. ani sıkıntılarda erir..
saime hanım hastalandığında.. ve yiyemediğinde..
Arnavut ciğeri isteyip.. ikinci ciğer parçasını yutamadığında.. annesi kendini Saime hanımın bakımına ve işine adayan şimdiki yirmilik o zamanki üçbuçukluk..
rafadan yumurtanın sarısını bile çiğnemeye başlayıp yeme arızası çıkardığında..
ben artık hiç yiyememeye başlamıştım ..
Saime hanımın cenazesi.. hayatımın en zayıf dönemidir..
baş sağlığı dileyen biri..
“ ne kadar zayıflamışsın “ dediğinde..
“ömrü boyunca beni zayıflatmaya uğraştı.. ama ancak ölerek başardı “ demiştim..

sonrasında bazı aile içi sorunlar baş gösterdi..
sıktılar beni.. “ başımın etini yediler”.. "kafayı yedirdiler"..
o zaman ben de sıkıntımı yedim..
Hak ettiğimi içten içe bildiğim .. inandığım.. ilgiyi özeni görmediğimde.. sıkıntımı yedim..
Özleyip göremediğimde sıkıntımı yedim..
Bekleyip hedef zamanı uzadığında sıkıntımı yedim..
Ha ne yedim.. ne bulduysam.. elektrik süpürgesi süpürmede emmede ne kadar seçici ise.. ben de o dönemlerde o kadar seçiciyim..

İtiraf işte.. en güzelinden..
Şu aralar gene.. bir sıkıntıyla üzerime gelen ve bu sefer.. bir süredir var olan.. bir iki kilom var..
Vermeliyim..
Binbir mazeretim var.. yenmeliyim..
Hedef koyup.. tutmalıyım..
Kimbilir belki yeniden aşık olmalıyım…..

Uzun ama eğer ne dedi bu derseniz..
Bir kilo alma verme ustasından öğütler..

Ne yazdık en başta.. insan ruhu yaptığı seçimlerden bellidir..
İnsan ruhu yeme alışkanlıklarından da bellidir aslında..

*çocuğunuza duygusal durumlarla yemekleri bağdaştıracak gerekçeler vermeyin.. ne ödül ne ceza ne de avunma olsun yemek..
*çocuğunuz kilolu ise.. onu diyete sokmayın.. bedeninin kontrolünü sağlayacak bilgiler verin.. psikolojik rehberlik almasını sağlayın.. yemeğiyle arasına girmeyin..
*diyet yapmayın.. yaşayın.. öfkenizi bağırın.. sevincinizi haykırın.. sevginizi verin.. ilgi istiyor ve alamıyorsanız.. terk edin.. bitsin sussun gitsin diye beklemeyin.. bitirin.. susturun .. gönderin ..
*her zamanki gibi.. “doktorun “ dediğini yapın.. yaptığını yapmayın…

Image Hosted by ImageShack.us

2 Eylül 2011 Cuma

nostalcia iznt glem..

Nerden buldum neden aldım kimden esinlendim hatırlamıyorum..
Ama melissa gürpınarı okuyorum..
Anıları .. aklında yer ettiğince yaşam.. istanbul.. duygulanımlar.. tarz ve ilişkiler..
O zaman.. şimdiki zaman..

Bazı yazarler insanı okurken.. yazar olarak çok etkiler.. bütün kitaplarını okuyuvermek istersiniz.. allende.. marquez öyle yazarlar..
Bazıları biryerlere götürür sizi.. kitabı bırakıp .. o gittiğiniz yerleri yazmak istersiniz.. murakami de öyle bir yazar..
Bazıları ise.. okumayı yazmayı bırakıp..
Gidip insan olarak tanınma isteği doğurur..
En azından bende böyle oluyor..

Mina urganı okurken yaşamıştım bunu ilk.. kapat kitabı bul adresini git dayan kapısına.. kahve sigara o anlatsın sen dinle o huysuzlansın sen gül..

Bu yazarda da öyle oldu..
Nasıl bu kadar incelik barındırır sözcükler dedim..
Meğer şairmiş..
“ben artık neyi yazıyorsam
onu yazdığım yaşta duracağım
karar verdim yalnız oralarda yaşayacağım “

Diyecek yaşta bir şaire..
“bilirim üzümü şarabı ve sirkeyi
-birbirinden elde edilen acı ve tatlı herşeyi- “

diyecek kadar duygulu..
Her yazdığı da acı tatlı aslında..

Son zamanlarda etrafımdaki öfke ve saldırganlığın kontrolsüz bir dille kabaca dışa vurulmasından rahatsızım..
Ha susup oturalım .. kim ne yaparsa yapsın anlamında değil…
ama dilimizi güzel kullanmalıyız fikrindeyim..
özleminde desem daha doğru olacak..

durum ve konum olarak faşist tutum sahiplerine karşı koyanlar da aynı uslupla karşı saldırıya geçince.. şaşırıyorum..
tamam saf değilim.. beyaz şapkalıların iyi kovboy.. siyah şapkalıların kötü kovboy olmasını da beklemiyorum..
iyilerin mutlak iyi kötülerin mutlak kötü olması da gerekmiyor..
ama işte birileri durmadan aynı şeyi dile getiriyor.. nerde merhamet.. nerde şefkat nerde.. sükunet.. nerde salim fikir.. nerde kibar ifade..
biraz zeka gerektiriyor eleştiri dediğin şey..
çok gürültü var..
bir sussanız da üzüntümüzü duysak..
üzülsek biraz..
yemeğimiz boğazımıza düğümlense..
öyle şeyler oluyor çünkü.. dünyada..
sizin bağırtınızdan kendimi duyamıyorum.. diyordum..
melissa da demiş..

tıpta da böyle ..
kırk yıllık eşini kaybedene dayanıyoruz antidepresanı..
yas tutacak insan.. yas..
bir huzur verin üzülecek ağlayacak vedalaşacak..

ama artık hep ya öfkeliyiz..
ya da.. neşeden pırıl pırılız..

melissa gürpınarın..
bu “mühür kesesi” kabardı lahanalandı.. gerek cümlelerin güzelliğinden.. gerek duygu güzelliğinden..
her köşesi kıvrıldı da kıvrıldı..
ama benim gibi düşünüyor diye değil buralara not düşmem..

nasıl sevmezsin..
“geride kalmaz mı hiçbir şey
diyorlar acaba
ne eylül ayı ne ceviz ağacı
tel bir yumurta sepeti gibi
asılı duran dünyada
sessizlik ve kavgadan başka”

diyen birini..

Dul evinde ince saz..
eski bir kadiköy evinde geçen çocukluğu..
mühür kesesi daha farklı.. mevsimler.. doğa.. yaşananlar..

kitaplarının isimlerinin güzelliği.. iğne oyası gibi ..

Bir kez daha olmuştu böyle..
Bu nasıl bir yazı ..
demiştim de bir şairenin ilk romanı olduğunu anlamıştım sonra..
Dar yere çok şey sığdırmaktan mı geliyor bu beceri..

Şairler sözcüklerin hakkını romancılardan daha mı iyi veriyor..

Babam pasta yapmayı nerden biliyor..

Buraya nadiren şiir eklerim.. ama kızına yazmış ya bu şiiri.. bayıldım..

“eğer zamanın kalırsa terziye git
kaynananı ağırla eline su dök
otel lobisinde otur arkadaşlarınla paran çoksa
bir kez olsun çay iç çin porseleninden yapılmış bir fincanla
istersen resim sergilerine de git
ilkçağı arala
shakespeare'e gidersen -hatırı kalmasın- saroş
marlowe'a da uğra
-kimse kim- tanımasan da uğra
hiç eyüp sultan camiine gitmedin mi
bahçesindeki sayısız evliyanın üzerine paçavra bağlanmış
mezar taşlarına bakıp karışık şeyler düşünmedin mi -onun gibi- “


Ben sizin yerinizde olsam.. tıklar.. tüm şiiri okurdum..
Ama belki tıklamazsınız diye ..
Bir paragraf daha alıntılayayım..
“kızım senin anan kermes düzenleyen
saçları platin renginde
elli yaşlarında yüzü çok boyalı bir kadın değil
gündelikçi bir kadın da değil her gece bel ağrısından yakınan
ve elleri yıkanmaktan yara olmuş temizlik hastası
çocuksuz bir kadın da değil
söylüyorum ya binlerce kezdir
bir ozan
tam anladın sanıyorum
sonra öyle bir bakıyorsun ki yüzüme
yıkılıyor birbiri üstüne yığılı duran düşünceden
kuleler içimde “

Marlin monroyu konuşturmuşlar hani..
Bir araba reklamında.. “ nostalgia isn’t glam” diyor..
Glam.. baştançıkarıcı çarpıcı anlamında.. azıcık lüks de var işin içinde.. kırmızı parlak ruj kalın siyah aylaynır.. altın parlak taşlı takılar.. "glam" standart üstü bir cilalılık durumu..

Elbet nostalji çarpıcı olmaz..
üzeri incecik gribej bir ipek tülle örtülü olan hiç bir şey..
parlak lüks ve çarpıcı olmaz..

Nostalji.. yaratılmaz anlatılmaz..
İncecik bir sızı gibidir .. tutkulu aşk gibi değil.. şehvet uyandırmaz..
Nostalji vatan hasreti gibidir..
geçmişin varsa.. nostaljin olur..
Geçmişin öldüyse .. hüzünlüdür.. nostaljin..
Aa evet o da vardı di mi? Diye sevindirmez.. nostalji..
“aylardan eylül'dü
bahçenin ucundaki ceviz ağacına doğru
yola koyuldum
önce incir ağacına uğrayacak
ve sonra kargaların düşürdüğü
çürük cevizleri kırıp yiyecektim
niyetim buydu
bahçemiz bir ülke kadar büyük
hayatımız unutulmuş bir düş kadar uzundu
herhalde öyleydi “


Okuyun.. içiniz incelikle.. zerafetle dolacak.. kitaptan kaldırdığınızda başınızı.. biraz hüzünlü ama bir o kadar da mutlu olacaksınız..

Image Hosted by ImageShack.us

Follow my blog with Bloglovin