7 Ağustos 2007 Salı

..

geri gittim..
umum şikayetler üzerine..
bi tane yazı vardı zaten dişe dokunur..
onu da aldım götürdüm yorumlarla beraber..
küfredebilirsiniz..

başınız döndüyse..
sağ alt köşeye bıraktım bi baş dönme ilacı yutun ..
gelin

http://atalet.blogcu.com/

6 Ağustos 2007 Pazartesi

dalgıç ve kelebek





arada yaparım..
insanların neden ellerindekinin değerini bilmelerini gerçekten istediğim için..
arada yaparım.. insanların..elimde ne var?? sorusunu bulmaları için..
arada yaparım.. kendime ders olsun diye.. saçma günlük yaşantım.. ayak bileğimden beni aşağı derinlere çektiğinde..

pek yapmam ama .. alıntı yapmam..
yine de bu sefer..bir alıntı ile başlamak istedim..
hoplata zıplaya geliriz noktamıza..son durağımıza..


''8 haziran , yeni hayatımın başlamasının 6. ayı olacak.
Mektuplarınız dolapta , resimleriniz duvarda birikiyor ve ben her birinize ayrı ayrı cevap veremediğim için , günlerimi, ilerlemelerimi ve umutlarımı dile getirmek için bu samizdatları* yazmayı akıl ettim. Önceleri hiç bir şey olmadığına inanmak istedim.Komadan sonraki yarı bilinçlilik halinde iken, iki koltuk değneğine abansam da..parisin günlük koşuşturmacasına döneceğimi düşünüyordum''

İlkbaharın sonunda, arkadaş ve akrabalarıma göndermeye karar verdiğim ilk Berck mektubunun ilk sözcükleri böyle idi.. yaklaşık 60 kişiye gönderilen bu mektuplar, ses getirdi ve dedikoduların yaptığı zararı biraz giderdi. Şehir, bu hiçbirşey bilmeyen ama herşeyi konuşan; yüz ağızlı, bin kulaklı canavar; benim hesabımı dürmeye kararlıydı..bir bitkiye dönüşmüş.. diyorlar duydun mu?? tabii duydum.. bitki.. bir bitki diyorlarmış.. Café de Flore'da..bu Parisli entelektüel ukalaların üssünde .. benim için''

diye başlıyor anlatı..
Jean Dominique Bauby, bir 8 aralıkta.. 40 yaşında iken bir beyin felci geçiren ve sadece aklı.. şuuru aklı ve sol göz kapağı dışında tüm işlevlerini kaybeden yani kitlenme senromuna yakalanan ..
bir gazeteci..evli .. çocuklu.. Elle dergisi editörü.. bir gazeteci..
sol göz kapağının hareket edebilme yeteneği sayesinde.. bir iletişim sistemi geliştiriliyor..
konuşabilmek için..birisi ona alfabeyi okumaya başlıyor.. göz kırpınca, o harf not ediliyor ve tekrar baştan alfabeye başlanıyor..binlerce defa baştan başlanan alfabe.. binlerce defa kırpılan sol göz kapağı..
sadece su.. yemek istemek.. sevdikleriyle konuşmak için mi kırpılır??
hayır..
göz kırpmanın değerini bilen.. onu üretimde de kullanır..
zaten hayat boyu yazı tutkusu ve edebi zekası ile var olmuş biri o..

ve önce.. dostlarına mektuplar yazar..
hevesle onlardan gelen mektupları okur..
ve kendi bedenine hapsolmuş olarak yaşarken..
içindeki duyguları..
acılaşmadan..
keskinleşmeden..
belki de.. herşeyine sahip..
her becerisini sonsuza kadar kullanabilecekken kıymetini bilmeyenlere ..
eğlenceli bir uyarı kitabı olacak şekilde yazar..

sol göz kapağı kırpılmalarıyla.. dikte edilen bir kitap..
'' dalgıç başlığı ve kelebek ''

her ani gelişen olayda olduğu gibi..
tuhaf tesadüfler var bu hikayede de..
örneğin hastalanmadan önce son okuduğu kitap..
Monte Kristo kontu.. daha önceden okuduğu kitabı.. yeniden okur..
aslında.. binsekizyüzkırkküsurda yazılan bu kitap.. şu kilitlenme hastalığını ilk tanımlayanlardan biridir..
yüzyıl sonra konulacaktır bu olayın tıbbi adı.. kitlenme hastalığı..
yine hastalanmadan hemen önce rejime girmiştir.. sonraki 6 ayda 40 kg kaybedeceğini bilmeden..

yine kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum..
''her gün mektuplar alıyorum..zamanla bir gelenek haline gelen.. ve bu işe sessiz ve kutsal bir seremoni özelliği kazandıran bir şekilde.. onları açıyor.. ve gözümün önüne koyuyorlar..her mektubu titizlikle kendim okuyorum.. bazıları bir ağırbaşlılıktan yoksun değil.. hayatın anlamından.. ruhun üstünlüğünden ..her varoluşun gizeminden bahsediyorlar.. tuhaf bir şekilde..eski izlenimlerimi tersine çeviriyorlar.. aslında bu temel sorulara değinenler .. benim sağlıklı iken en yüzeysel ilişkide bulunduğum insanlar..
hafiflikleri.. derinliklerini gizliyormuş.. ben sağır ve kör müydüm.. yoksa bir insanı gerçekten tanımak için bir felaket mi yaşanmalı??''

aslında düşününce.. çok sevdiğimiz insanlar hastalandığında.. onların hastalığının bize hissettirdiği acı.. isyan.. sorgulama nedeniyle hiç felsefe yapacak halimiz kalmaz.. gerçekten sevdiğimiz insana destek olmak için bile .. sağlam durmayı başarmak zordur.. ancak profesyoneller.. ve ancak bizi az tanıyanlar.. bizi kaybedince hayatı altüst olmayanlar.. felsefe yapmak.. hayatı sorgulama gibi lükslere sahiptir..
de..
bu onlar için bir yenilenme.. derinleşme.. hayata farklı bir pencereden bakma şansı olabilir..
hasta ve yakınları için de.. onlara bir ışık tutabilen.. değişik can yelekleri oluştururlar..
bir arkadaşım.. bana iyi gün dostu gerek derdi.. kötü günde ummadığın insan da dost olur..
anlamazdım onu..
ama şimdi bi düşününce..
kötü durumdakine dostluk etmek için..
onun çok yakını olmamak mı gerek ne..

bu kitap.. 2006'da film haline getirildi.. Cannes Festivalinde ödül aldı..
kamerayı Bauby'nin gözü yerine kullanmış yönetmen.. ve insanlara sol gözüne hapsolma duygusunu çok iyi vermiş diye duydum..
Bauby'ye ne mi oldu..
kitabı basıldıktan 2 gün sonra öldü..

evet hafta başı yazısı..
azimli olma adına..
elindeki en küçük beceriye.. kalan son kırıntıya bile tutunabilme hırsına adanmış..

heee.. peki noolmuş derseniz..
bi düşünün derim..
ya yazmak gibi bir zevki olmasaydı..
o yataktaki 1 yılı.. tek gözünde hapis kalan adamın.. nasıl geçerdi..??
sorun kendinize..

yaşasın.. okuma ve yazma kardeşliği..
*******************
okurken .. çalışırken..

*Samizdat= Rusça sözcük.. sam.. kendi... ve izdat.. yayınlamak anlamında iki sözcükten oluşuyor.. sovyet blokundaki ülkelerde .. sansüre takılan eserleri elinde bulunduran ya da kopyalayan kişiler .. yakalanırlarsa.. ağır cezalara uğruyorlarmış.. bu nedenle..hükümet sansürüne takılan kitapları gizlice kopyalamak ve yaymak için geliştirilmiş bu yöntem..
bir eserden bir kaç kopya üretilip.. alıcılara gönderilmesi ve .. her alıcının eseri okuduktan sonra, bir kaç kopya da onların yapıp.. gene başka alıcılara göndermeleri esasına dayanan sistem..eserler genellikle, el yazısı veya daktilo ile çoğaltılıyormuş..
Vladimir Bukovsky bunu'' Ben, kendim yaratıp, kendim düzenleyip, yayınlayıp, dağıtıp, ve uğrunda kendim hapis yatıyorum'' diyerek ifade etmiş..
* Berck.. fransa'da bir rehabilitasyon merkezi..
*Café de Flore.. Parisn en ünlü kafelerinden, zamanında (1930larda) Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir'ın en sevdikleri mekanlardan..halen entellektüel ve sanatçıların sıklıkla buluştukları bir yer..
*bu hastalığa 1968 de isim koyan doktorun 40 yıl sonra hala amerikanın ve dünyanın en önemli nörologlarından olması da ilginç geldi..

3 Ağustos 2007 Cuma

burda olmanı isterdim





wish you were here..

So, so you think you can tell
Heaven from Hell,
blue skies from pain.
Can you tell a green field from a cold steel rail?
A smile from a veil?
Do you think you can tell?
And did they get you to trade your heroes for ghosts?
Hot ashes for trees?
Hot air for a cool breeze?
Cold comfort for change?
And did you exchange a walk on part in the war for a lead role in a cage?
How I wish, how I wish you were here.
We're just two lost souls swimming in a fish bowl, year after year,
Running over the same old ground.
What have we found?
The same old fears.
Wish you were here.
**********************
burada olmanı isterdim

demek , demek..
cehennemle.. cenneti,
mavi göklerle.. acıyı,
ayırdedebileceğini sanıyorsun??
yeşil bir tarladan.. soğuk çelik rayları..
gülümsemeden..peçeyi,
ayırdedebilir misin??
ayırdedebileceğine inanıyor musun??

ya kahramanlarını.. hayaletlere ??
sıcak külleri.. ağaçlara??
sıcak havayı, serin rüzgara??
soğuk konforu , değişime??
değişmeni sağlayabildiler mi??
savaşta bir taraf tutup yürüyen olmayı, ,
kafeste bir yönetici olmaya değişir misin??
ne kadar.. ne kadar isterdim.. burada olmanı..
biz akvaryumda,
birbiri ardından yıllarca yüzen iki kayıp ruhuz,
aynı zeminde koşan.
Ne bulduk??
aynı eski korkuları..
burda olmanı ne kadar isterdim..


ustalara şapka çıkardım gene.. pinkime floyduma helal derim.. sapka .. gözlük .. çıkarırım.. soOOOo

cheshire kedisi


alice harikalar diyarında, çocukluğumda okuduğum zaman da iç sıkıcı, bezdirici bir öykü olduğunu düşünmüştüm.. Şimdi de bir problemden diğerine sürüklenen, arada bir karşılaştığı akıllı yaratıkların da ona ayıracak zamanı olmadığından söyledikleri şeyler yapıcı olarak kullanılamayan bir sürü roman kahramanın koşuşturması gibi gelir insana hikaye.. yani harikalar diyarında aslında insanda gülümseme ile şaşkınlık arasında bir ruh hali oluşturacak bir şey yoktur.. genelde 'bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete 'duygusu uyandıran bir tuhaflıklar dünyasıdır.. gerçekten çocukluğumda okuduktan sonra karabasanlarım olmuştu.. Yani insanlar çaresiz ve beklenmedik durumlara düşebilirler tabii, ama nedense sanki tepkiler daha mantıklı olmalı gibi gelmiştir bana..ve anlamsız bir çaresizlik/öfke/aşağılama duygusu hissederim romanın kahramanına.

ama imgeleri ne kadar canlıdır.. Cheshire kedisinin kendinden önce beliren ve o gittikten sonra da havada asılı kalan gülümsemesi, tanıdığınız bazı muzır insanlar size onu hatırlatmıyor mu? Bulundukları ortamdan çıktıklarında bile hala oradalarmış gibi bir etki oluşturmuyorlar mı ?..
Çılgın şapkacının çay partisi, hiç diyalog kuramadığınız insanlarla , neden yapıldığı ve ne zaman biteceğini bilmediğiniz sofralarda oturmadınız mı hiç? sürekli saate bakan , sizinle konuşacak vakti bile olmayan, yöneticiden korkan tavşan.. bunlardan herkesin tanıdığı birçok kişi vardır.Ya Alice , duyarsız, aslında yaşamak zorunda kaldığı onca saçma ve tuhaf şeyin ortasında kaldığı halde bir sinirlenme belirtisi bile göstermeyen, sakin sakin ortada dolanan tepkisiz Alice..
en çok sevdiğim çılgın şapkacı, o sofrada sürekli çay servisi yapan söylenen, işi başından aşmış, ama hem stresli hem de çay içmeyi de bir görev gibi yerine getiren buna da homurdanan Şapkacı..
nerden mi çıktı?
Uzun gerçekten uzun yıllardır kitabı bu kadar sık hatırladığım bir dönem olmamıştı hatta son bir kaç aya kadar hiç hatırlamamıştım.. Herşey kontrolden çıkmış bir olayı izlerken başladı.. çılgın şapkacı diye düşündüm... sonrasında .. yaşadıklarım, ekranda ve yazılı basında izlediklerim, güncel olduğu iddia edilen olaylar ve bunlarla ilgili haberler.. iş ilişkileri, ikili ilişkiler , sonrasında hep bu kitaptan karekterleri anımsar oldum..
siz de bakın , bakalım kim kim?....
******************
bu da eski tozlu bir yazı..
üfleyin okuyun..
tarih tekrarlardan oluşur..
******************

2 Ağustos 2007 Perşembe

neden




dini içerikli yazılar yazan.. dünya şekeri.. sevgi pıtırcığı kanatsız melek bir insan.. neden kabus diye bir nik kullanır.. ??


şık kafelerde.. duvara takılı plazma tvlerde..

neden hep fashion tv görüntüleri vardır.. kimse yemek yemesin.. iflas edilsin diye mi??

1 Ağustos 2007 Çarşamba

bunama

bazı bunama durumları hayırlı olabilir..
keşke seçerek unutsak dedirtecek kadar..

bişey biliyorum da söylüyorum..
var çevrede ööle biri..

huysuz..
kıskanç..
bu yüzden mutsuz kadın..
etrafı her fırsatta laf sokup..
sitemleriyle bayıltıp..kaçıranlardan
bunamaya başladı..

ve acaip şeker oldu..

kızının anlattığına göre..
eskiden çok iyi kave falı bakarmış..
hadi bi fal bak demiş geçen gün torunu..

eline kendi içi dolu fincanını alıp..
bu daha soğumamış deyip biraz içip.. biraz bakıp..
biraz tabağa döküp.. ordan bakıp..
geri fincana döküp biraz içip..
tamamlamış..
hayırlı kısmetler..
torunu bekleyen sarışınlar.. esmerler öyküsünü..

budur durumu yani..

tv izlemişler sonra beraber..
bakmışlar uyuyakaldı kanapede..
hadi gel yatalım demişler..
gözlerini açıp televizyonu görünce..
yooo... misafir gitmeden ayıp demiş..
yatılmaz..

tam da o sırada.. B. hanım ve armağanı belirmiş ekranda..
sinmiş hemen..
aman gene bunlar demiş torun..
şşşşt... duyacak şimdi.. fena bağırır duyarsa.. şşşşt.. demiş..
dirsek atmış.. yanında oturan toruna..

evet..
sevdiklerinin kuşatması altındasın..
ve tek korkun..
yeni evli yeni aldatılmış.. B.. nin seni azarlaması..

istenebilir bi durum..
bizimkilere bakınca..
Follow my blog with Bloglovin