30 Kasım 2014 Pazar

arnavutköy.. arnavut kaldırımları.. maya ceviz likörü ekmek ve diğer şeyler hakkında...



ıslak arnavut kaldırımlarından yürümek kadar canlandırıcısı var mı?
alaca karanlıkta..
hele de yokuştan aşağı iniyorsan..
ve tüm insan kaynaklı kirliliği indirmişse yağmur..
hatta abartıp denizin üzerinden dolaşıp da geldiğini gösterir gibi rüzgar..
hem iyod kokusunu hem martı çığlığı taşıyorsa..
bir hamlede..

arnavutköyünden aşağı yürürken boğaz kıyısına doğru..
tazelenmiş hissediyorum..
haftada bir kez bunu yapıyorum..
beni bunca keyiflendiren şeyi neden her gün yapmadığımsa bir muamma..

belki her gün yapınca eskir solar etkisizleşir korkusu..
belki de nasıl olsa her istediğimde yapabilirim duygusu..

ama şimdi tazelenmişliğimin tek nedeni bu değil..
üç saat boyunca..
fikir gezdiriyor harflerden sözcüklerden kırkyamalar yapıyorum..
notlar alıp soru işaretleri çiziyorum..
bazılarının peşine takılıp gideceğim bak bu soru işaretlerinin..

tamam  ben bunu hep yaparım..
merak eder.. dalar.. bir türlü çıkamam benim hayat durumumun özetidir..
'ayrıntıda kaldı.. boğuldu..'

ama bu kez bir fark var..
bu kez bir masa başında ben gibi meraklı ben gibi aç..
on kişi daha var..

ben gibi meraklı ben gibi aç..
bir de yol gösterici..

bilginin sonu yok..
bilgilenmedeyim..

artık biliyorum diye sevindiklerim..
nasıl gereksiz gelebilir bazılarına..
peri tozu gibiler artık bildiklerim..
hayat kurtarmaz ama yaşamaya değer kılar..

dönüşte evde beni bekleyen bir çorba var..
ve bir kadeh merlot..
ve bir ev yapımı ekmek..

ekmek bir simge..
hep olmuş..
ama şu an başka bir anlamı var benim için bende saklı..
yakında paylaşacağım..

bir rituelim oluştu son zamanlarda..
cuma en uzun gündür işte ve cuma olması nedeniyle trafikte..
eve geldiğimde çorbamı alıyorum ve..
oturuyorum..
 tevenin karşısına..
bir kadın var.. fransız kanalında güzel bir kadın 
sophie..
kasaba kasaba geziyor ve yöresel yemek tarifleri  topluyor..
sonra oturup o yörede kadının topladığı kişiler hep beraber bir ikramı paylaşıyorlar..
bu kez gittikleri bölgede..
ceviz yetişiyormuş..
ceviz yetiştiricisinin bir adı varmış..
nüsikültör..
yaradanım.. sözcüklersiz nasıl yaratırdın bizleri..
önce ses vardı kesin sonra söz oldu sonra biz biz olduk..

ceviz soyadlı bir likör dükkanına gitti..
likör dükkanı onsekizinci yüzyıldan bu yana..
aynı binada aynı tarifleri yaparmış..
biri de ceviz likörü..
içinde vanilya ve kakao da olan bir ceviz likörü..
yaklaşık iki yüz yıldır yapılıyor..
ama tarifleri ortaçağa dayanıyor..
o zamanın pastörleri alkolde otları dinlendirip ilaç hazırlarlarmış..
acı ilaç içilmesi zor olduğundan..
içine bal katmışlar..
şifa niyetine içerim ben ceviz likörünü..

sonra başka birşey çekti dikkatimi..  bir yazı paylaşılmıştı..
ekmek ve maya ile ilgili..
maya dediğin un ve su..
katkısız..
açıkta beklerse doğanın ödüllendirmesiyle..
bakteri ve mantarlar.. onu kabartıp köpürtüyor..
sonrası onu canlı tutmakta..
ama yeni oluşan maya ekmeği çok da kabartamıyor..
yıllanması demlenmesi lazım..

yıllar geçtikçe bu demlenme işinin hayatta ne kadar önemli olduğunu anlamaya başladım..
bu da bir gözlem ve tecrübe meselesi..
diğer bütün rafine distile imbikli şeyler gibi..
fazlası buharlaşsın..
tortusu çöksün..
saf olan kalsın diye..

maya da öyle işte.. yıllandıkça etkin ve lezzetli..
sonra san fransisco'da yapılan ekmeklerin..
neden öyle çıtır ve öyle özlü olduğunu anlatıyordu yazı..
onların kullandığu maya 18. yydan kalmış.. on8inci yüzyıldan..
onsekizinci yüzyıldan beri yapılan likörü anladım da.. 
bir mayayı kollamak korumak yaşatmak..
nasıl bir özen..

haydarpaşa diyesim var bu noktada..
yalova diyesim var..,
mozaik diyesim var..

eskiden ingiltere kıyılarında taş olsam derdim..
şimdi listeye san fransisco'da maya olmak da girdi listeye..
brive'de ceviz likörü olmak..
müzedir.. şatodur demiyorum bile..
maya diyorum..

arnavutköy'ün kaldırımları arnavut kaldırımı..
sokak isimleri başka güzel..
francalacı sokak var mesela..
kireçhane gediği var sonra..
 teyyareci suphi var..
dubaracı var..
düzyol sokak var ve düz orası iki yokuş sokak arasında çünkü..
dolaplı kuyu sokak var ..
her biri bir öykü anlatıyor..
tekerleme gibi..

teyyareci suphi..
 francalacıdan ekmeğini almış..
 düzyoldan evine giderken dolaplı kuyunun çıkrığı gıcırdamış olabilir mesela..

denizin eskinin ve yaşanmışlıkların bize armağanı bazı şeyler..
arnavutköy biraz öyle..



28 Kasım 2014 Cuma

neden..

neden blog yaymaya başlamıştım ve bir mahlas kullanmıştım..
çünkü sosyal çevrem yaptğım el işlerinin boyadır dekordur.. değerini vermiyordu..
meslek hayatımla da bağdaşmıyordu..
neden el işlerinden bahseden blogdan Kaçtım..
kendileri de dişi yapan ve esas istedikleri kendi küçük yaşamlarına hayranlık gösterilmesini hedefleyen bazı insan tiplemelerinin sığlığından sıkıldım..
benim nerem derinse..

neden geldiğim yeni yerde hiç bunlardan bahsetmedim..
Çünkü bazı yaşadıklarım nedeniyle kendimi kısıtlanmış..
o dar alanda sadece bunları yapabilmeme imkan Varmış gibi geldi..
her şeyi bıraktım..
yaşlılar örgü örer demişliğim bile vardır..
sırf madem değersizmiş..
en çok ben değersizleştireyim görsüler diye ..

neden elişlerinden bahseden bir ek blog açtım..
çünkü kısıtlamalar kalktı..
onları gerçekten sevdiğimi farkettim.. Ve sosyal çevremde ve meslek Yaşamımda onları yeterince sergileyemiyordum..

esas soru..
neden ille yazıyorum..
Çünkü meslek Ve aile yaşamımda beni 'özü' çok sallayan yok..
rolümle bağlantılı bana gösterilen ilgi..
o yüzden olana bitene
politikaya kitaba dair konuşmak için buraya geliyorum..
neden bu yazıyı yazıyorum..
bu cuma böyle..
çünkü galiba artık herşeyi umursamaz oldum..
neysen osun..
asl-ı hû nesl-i hû..
ben kendi münzeviliğinde mutlu..
bir küçük çocuktum..
toplu oyun sevmezdim..
hep birlikte- birlikte yapılan şeyleri sevmezdim..

Simdi de münzeviliği özleyen bir kadın..
yeter ki dişarda keyifle Yaşayan bir dünya olsun ..
ara sıra Çıkıp onu koklayayım..
münzevilik iyidir..
ama dışarı çıkıp dünyada hiç yenilik olmadığını görmek..
o fenadır işte..
bir de gruplaşmaları ..
o bizden değil yaklaşımını
ve 'ben-ben. hu ben' insanları görmek..
oynarım ama ebe ben hakem ben grup lideri ben olursam'cıları..

ilham..
ruh beslenmesi..
iki ana Sorun..
izm'leri.. hep birlikte'leri sevmeyen ben..
Munzeviliğime taşıyacak kışlık kilere koyacak şeyler peşindeyim..
bulamıyorum..
iş başa düştü..


posted from Bloggeroid

20 Kasım 2014 Perşembe

gözler çocuklar mali ve fransa hakkında

kendimi çok yaşlı ve bilge hissediyorum..
güneşin altında yeni bir şey yok..
batı cephesinde de..
bu beni bezgin veya tatsız yapmıyor..
ama bir heves kaybı yaşattığı kesin..
hala yüksek oktav kahkahalarım..
ama en son ne zaman böyle yatarak gerisi gelsin diye bekledim.. bilmem..
daha çok içime rağmen güler gibiyim..

bugün dünya çocuk hakları günüymüş ..
benim aklıma hemen iki çift göz geldi..
kız çocukların işi pek zor..
büyüyünce de kurtulamıyorlar..

mor çatı gibi oldu klinik..
kocalarıyla savaşıyor kadınlar kendi bedenlerinde..



çocuk hakları günüymüş ya bugün..



kalp kasının bazı lifleri kopar zaman içinde..
kapakları güçlendirenler..
kalp gerçekten kırılabilirmiş diyorlar buna dayanarak..
oysa ezilmiş gibi kalbim göğsümün orta yerinde..



en çok hayretle karışık neşe verecek iyi haber almayı özledim..
kışla-mıdır nedir geliyormuş..
öncesinde güzelce böldük nasılsa..
bir araya gelemez..
yağladık övdük..
soracaklarmış bize .. belli olan cevabı..
kağıt üstünde herşey iyi..
İstanbul'da yaşayıp
denizi görmemiş insanların yaşadığı güzel şehrimin 20 milyonu karar verecek..



çok üzülüyorum..
ümidi kırılacak nicelerinin..
korkuyorum..
öldünüz de ne oldu diyecek diye..
üstelik fıtratımızda yokken..
kilometrelerce ötede gencecik yaşlarında insanlar..

bir kitap okuyor..
diğerini çeviriyorum..
okuduğum fransanın kenar köşe bir köyünde geçiyor..
o bölgeye gelip yerleşen müslümanlar ve yöre halkı..
yok aslında daha çok müslümanın diğerine yaptığı..
önce huzurla sürerken bir kişinin gelmesiyle karışan ortalık..
intihara kalkan ergenler..

çevirdiğim Malide geçiyor..
ve hep günümle ülkemle bağlanıyor aklımda..

çorba ekmek kek greni likor
sıraya bal şarabını ve süt marme|adını aldım..



ama hep içimde gözler..
ülke göz oldu canıtınla yarenliğe çıktı..

beynin arkasındaki görme alanından başlayıp dümdüz öne algı alanına bağlanan koca bir yol bulmuşlar.. yeniden..
Aslında 1912'de bulunmuş da unutulmuş..

benimki çok kalın olsa gerek..

tad yok..
ne kadar baharat eklemeye uğraşsan da ..

posted from Bloggeroid

Follow my blog with Bloglovin