20 Ağustos 2012 Pazartesi

martısız canıtınsız aslında tümüyle yalnız....

Kadın tatil yöresinde anne babasının evinde..
Televizyon var..
Bu düşük çekişli yörede izleyebildiklerine göre..
Sinyal güçlendiren çanak yapılmış.. evin tepesindeki anten yükseltilmiş.. seksen altı seksen yedi.. o yıllar olsa gerek..
Kadın pek genç..
Gün boyu güneşlenme denize girme..
Akşam yemeği sonrası bazen yürüyüşe çıkma yazlık kavramı tüm sıradan ailelerde ve kendisininkinde..
Nadiren çevre evlerde biri hastalandığında..
Hasta görmeye gittiği oluyor..
Televizyonda bir dizi..
Genç iri baş rolde..
Sürekli bazı üçkağıtçılıklar yapıyor ve “ holdinglerimden görecekler”.. diyor ..
Kadın yüksek sesle sürekli gülüyor..
Oyuncuya güldüğünü sanıyor..
Derin düşüncesi yok..
Eserin yazarının da o olduğunu idrak edemiyor..

Kadın asistan..
Gazetede okuyor..
İçinden tranvay geçen şarkı isimli oyunu ve beyoğlunda sokakta kimlik kontrolü yapan gestapo giysili tiyatroculara hiç kimsenin itiraz etmediğini..
Herkesin bu tuhaf üniformalı tiplere uslu uslu kimlik gösterdiklerini..
O hafta tiyatroya bileti var..
İlk izleyişi olacak.. o sevdiği dizideki kişi olduğunun idraki içinde olabilir de olmayabilir de..
Bir şeyler biliyor gerçi..
Uyarlamayı yapanın sivri dilli kıvrak zekalı biri olduğunu biliyor örneğin..
Daha ilk sahnede.. ilk anda giriyor oyunun havasına..
Artık onulmaz bir hayranı..
Hem korkup hem seviyor bu biraz aksi yazar oyuncuyu..

Hastanenin oturma odası
Kadın “çok depresifsin diyor oda arkadaşının asık ve tedirgin suratına bakarak..
Sana ilaç niyetine vereyim bak.. ve elindeki kitabı uzatıyor..
Gerçi kitaplar ödünç verdiği kişide kalıyor sonra..
Ama belleğinde iki cümle..
“bahçe mahçe değil.. olsa olsa bah”
“pazartesi gözlü eczacı”

Kırmızı şal deseni perdeli ingiliz özentisi oturma odası..
Kadın yüksek sesle kahkahalarla gülüyor..
Durduramıyor kendini..
Elindekikitabı önündeki masanın üzerine ters kapatıp kahkahalara teslim oluyor..

Çocuk- daha iki yaşında bile yok- mama sandalyesinde..
Sadece iki yaşında bile olmayan çocukların oturabildiği gibi.. öne ve yana kaykılarak oturmuş..
Bir ayağını sallayıp duruyor..
Petrol mavisi eşofmanı içinde..
Saf saf bakıyor.. sadece iki yaşında bile olmayanlara yakışan saflıkla bakıyor..

Adam mavi kanapeden doğruluyor..
Televizyon izlemeyi bırakarak..
Neye gülüyorsun diyor..
Kadın anlatamıyor..
konuşmayla gülme arası
Tuhaf tavuk gibi sesler çıkarıyor..
adam sinirleniyor..
paylaşılamayan gülme eylemine mi..
kadının gülme enerjisine mi..
odadan hızlıca çıkmaya davranıyor..

kadın zor bela susturuyor kendini..
tamam tamam gel bak..
diyor..
İngilizce bilmeden I love you’dan ..meksikadan abedeye geri dönen kitap yazarının..
Gümrükçüyle dialoğunu okuyor..
Gümrükçü- neden gitmiştiniz meksikaya
Yazar- bilmiyorum..

Ve yeniden gülmeye başlıyor..
Adam anlamıyor ve gerçekten sinirlenmeye başlıyor artık..
Ama bilmiyor..meksika’ya gidiş ve orada kalış öyküsünün neredeyse kitabın tamamı olduğunu

………

Sahil..
Kadın şezlongda yatıyor..
Kucağında kitap..
Arkadaşı bir yanda yine kitabıyla..
Adam da başka bir şezlongda..
Çocuklar biri yedi diğeri dört yaşındalar..
Önlerinde bi yerlerde oynuyorlar..
Ve kadın iki üç cümlede bir çocukların bulunduğu yere doğru bakıyor..
Sonra birden elinden kitabı bırakıp doğruluyor..
Öyle duygudaş ki okuduğu nokta ile..
Bunu birine anlatması anlatabilmesi lazım..
Adama ve diğer kadına okuyor..
Ama anlatamıyor yazılanın.. yaşanırken ne kadar absürd olduğunu..
Mekteb-i sultaniden terk memleketindeki liseden lise bitirme sınavına girecek olan yazarın.. geometri terimlerini Türkçe öğrenmeye çalışma hallerini anlattığı sayfalar..
Yazarla arasında kalıyor..

Adam giderek daha fazla sinirleniyor kadının bu okuduklarına gülmesine..
Kadını bu kadar güldürebilmesine bu yazılanların..

Hanım sever diyor.. yazar oyuncuyu..nedense bir aşağılama tonu hissediyor kadın bu cümleyi her duyduğunda..

Yıllar sonra adam oyuncu yazarın eski oyunlarının sidilerini getirdiğinde bile..
Fark etmiyor..hala o aşağılama tınısı çınlıyor kulaklarında..


Okuduğu her haber onun kaleminden çıkan..
Ya da dilinden dökülen her cümle kadının aslında görsel belleğinin az kullanılmış sözel tarafında kaydoluyor..

Kadın balkonda..
Yine o yaz evinde..
Okuyor..
“sabahtan akşama dek ağustos böcekleri cırcır edip duru.. kimi insan ilişkilerinin çarpık gölgeleri halikarnasın taşına vurupduru.. herkesler herbişeyleri yeniden düşünüpduru..
… bir klinik doğal huzur evi.. başhekim doğa .. hemşireler ağustos böcekleri.. herkes kendi kendine check-up yapıpduru.. insanlar hüzne teşni düşüncelerini.. denizin mavisine .. dağın yeşiline gömüyorlar..suskun bakışlarla.. doğayı dinler gibi yapıp.. kendini dinleyiş içinde herkes.. kimsenin birbirini pek dinlediği yok.. herkes az biraz kendinden söz etmek.. ne olduğunu biraz karşısındakine anlatmak gereksinimi içinde.. genel duygu şu..
“ben sizin bildiğiniz serserilerden değilim. Sanatçıyım..miskin ve yatay takılışım yanıltmasın sizi..aslında gayur ve işini bilen bir kişiyim “……….

Bu kez.. gülmedi kadın okurken..
Bu kez..
Durdu ve ..
Gayur olması gereken konularda yatay durduğu için..
Bu kendini başka konularda anlatma düşkünlüğü nedeniyle..
Ayrı gayrı değil.. sadece sıradan olduğunu düşündü..

Bu kez bir başka yerden vurdu..
Bu kez başka boyuttan seslendi.. sözcükler..
Ve şu anda kendisine yapılanlara..
Bir kez başka birinin.. yapmasını izleyen küçük surattaki koca kara gözlerin sahibesinin ..
Kadının .. nasıl kimseyi kırmamak üzmemek için.. nasıl sessiz ve atalet içindekaldığını yuttuğunu izlediği için..
Ona saygı ve sevgi duyacağı yerde..
Bayrağı alıp.. yaşama.. o gözlediği sahnedeki buyurganın rolüne soyunarak..devam etmeye karar verdiğini..
Anladı..
Kadın..

Ve
Kara gözlerin sahibesinin..
Ne kadar incitici olduğunu ayırt etti.. bu kez..

Aslında benzerlik olmayıp..
Örnekleme olduğunu anladı..
Ve aciz..
Her zamanki gibi..
Bir süre koydu sadece..
Kırmadan ve incitmeden..
 Image Hosted by ImageShack.us

18 Ağustos 2012 Cumartesi

datçadan.. kıyılardan.. ormanlardan insanlardan ve keşke sadece onlar olaydı canıtınlardan..........


Park yerinin ulu çam ağaçlarının altında düzgün parke taşlarıyla döşeli olduğunu söyleyeyim..
Pazar yerinin de..

Pazara doğru yürünen yolun sağ yanının..
girişteki ilk tezgah sera olduğu için..
tenekelere ekilmiş mercanlar.. begonviller.. mavi yaseminler.. hurmalar.. Marmaris mineleri.. rengarenk süs biberleri yaseminler zakkumlarla dolu olduğunu..
rengarenk bir bahçeden geçilerek pazara yüründüğünü  söyleyeyim..
siz tenekelerde yazan akhisarlı peynirci, karayazı zeytincisi gibi..
çirkin grafik tasarım etiketler yerine..
bembeyaz ya da daha iyisi masmavi boyanmış tenekeler hayal edin..

Yaklaştıkça artan domates kokusunun..
Pazar yerinde sizi bekleyen tadlara sadece hazırlık olduğunu söyleyeyim..
Yerel otların baharlı kokusunun baş döndürdüğünü söyleyeyim..
Kayısı marmelatlarının kavanozlarında.. güneş marmeladı gibi durduklarını ..
Hemen tadına varmak için insanı saırsızlandırdığını söyleyeyim..
Siz zencefil reçelini görmezden gelin..

Üzümün şeftalinin domatesin yerlisini bulunabildiğini söyleyeyim..
Portakalın var mı diye soran kadına..
Pazarcının var ama kabuğuna bakarsan almazsın.. fakat içi çok güzel dediğini..
Kadının ben zaten ondan istiyorum dediğini..
Onlar zaten senin istediğin gibi diye cevapladığını kaşını eğip alttan gülerek..

Otuz yıldır buraya gelip kimi yaz kış..
kimi en az altı ay kalan bazı prensip sahibi insanların..
Buraları çok sevdikleri için.. tüketmek ve eritmek için değil..
Geliştirmek ve korumak için yaptıkları uyarılar sonucu artık çakma …lı diye bir kavramın oluştuğunu..
Çakma …lının ülkenin demokratları gibi gereksiz ve sevimsiz addedildiklerini..
Bir kerelik gelen turistin..
Evindeki zehirli rahatı burada sürdürmek istediği için..
Görgü bilgi zevk geliştirmektense..
Mısırın uçan çekirgeleri gibi gelip sömürüp tüketip yeni ve ilginç bir yere..
Yine evindekinin aynısını bulmak üzere uçuşa geçmeyi yeğleyen bu sürüye..
Yöre halkının değil..
Töre.. gelenek.. dürüstlüğün egeliliğin  filan değil..
Sadece yolunun kötü olmasının.. daracık yarım adaya havaalanı yapılamamasının engel olduğunu..
Çeşme artık iyice bozuldu.. son zamanlarda herkes …dan bahsediyor diyen birine..
neyse ki yolu bozuk diye cevap verdiğimde..
Havaalanı yapsınlar.. yer yoksa o zaman deniz uçakları ayarlasınlar diye cevap aldığımı..
Anlatmayayım sana..

Sen beni..
Şimdilik süren bir vahada bir güzellikler içinde hayal et..
Ağustos böceklerinin ağustosun hakkını verdiğini..
Rüzgarla dalgalanan seslerine arada ağaçkakanın gaga darbelerinin arada guguk kuşunun..
Arada kumru kuğurdamasının katıldığını…
Çam dallarının rüzgarla hışırdamasına en güzel benim rüzgar çanımın çınlamasının eşlik ettiğini..hayal et..
Sesini iki perde alçak tutmaya çalıştığın..
Huzuru bozmamak için en ufak gürültüde özür dileme gereksinimi duyduğun bir yerde hayal et..

Güneş doğar batar..
 Dağların arkasından..
Battığı dağlar kızıla.. karşısındakiler mora boyanır diyeyim ben sana.. balkonumdan o moraran dağlara karşı..
Dahası otuz yaşında ilk defa zeytin veren zeytin ağacıma karşı..
yöre üzümü az tuzlu yöre peyniri ve beyaz şarabımla keyif çattığımı..
Az sonra giyinip..
Süslenip..
Tepedeki şıkır şıkır deniz manzaralı lokantaya
ya da..
kıyıdakı şıkır şıkır dalga sesli lokantaya gideceğimi..
Anlatayım sonra..

 demiştim bir hafta önce.. 
şu   farklı bir kıyıdayım.. ama soizidüşünerek yazdığım bu yazı gelsin dedim buraya

Image Hosted by ImageShack.us

10 Ağustos 2012 Cuma

kitaplardan.. kemalden.. stalinden kadınlardan baleden amberden ve dönemlerden..




gitmeden önce not almalıyım dedim..
akşamları uyumadan önce okuduğum kitap..
rus kışı..

dönem kitaplarını severim ben..
güzeldir.. zariftir.. bahsedilen ayrıntılar..
savaşlar.. acılar.. henüz yüzgöz olunmamış kavramlardır..
daha marslının “bizim petrolümüz yok di mi” diye sorduğu karikatürler çizilmemiştir..

iyisiyle kötüsüyle insan ve toplum gene ordadır..
ama uzaktadır sizden..
o yüzden masalsıdır..

bu kitabı da sevdim..
ayrıntısı çok..
ama boğmadı beni..
ayrıntısı güzel..
her küçük kız çocuğu gibi bale maceram oldu benim de..
ilkokulda derslerden sonra bir bale öğretmeni gelecekti.. kayıt ettirdiler beni de..
dokuz yaşımdaydım..
bale çorabı.. mayosu.. siyah havuz yakalı..
hala var olan nişantaşındaki bale mayocusundan alındı..
gittim ..
iki ders..

boyu uzun başı küçük bacakları uzun dedi öğretmen..
çok iyi balerin olur..
anneme dedi..
sonra bana..
popo içeri.. dedi..
çekince önde fırlayan göbeciğe vurup.. 
göbek içeri.. dedi..
göbeği çekince çıkan popoya bi tokat popo içeri..
bir saat..
içeri içeri..
bir içeri bir dışarı..

ikinci gün gittim kendimi sildirdim dersten.. bugünlerin tabiriyle.. hiç kasamadım o kadar..
naptılar bilmiyorum.. diğerleri.. gösteri filan..
dönüp de bir daha bakmam ben ..ardımda bıraktıklarıma..
merak da etmem..

lisede.. bir arkadaşım vardı baleye giden..
gösterilerde kuğu gölündeki solo danslardan birini yapardı..
çok zarifti sahnede de .. hayatta da.. hatta hala da..
birgün nişantaşında yeni açılan bir kafeye gitmiştik..
duvarlarda balet ve balerinlerin siyah beyaz posterleri asılıydı..
birini gösterdi bana.. balerin havaya sıçramış.. bir ayağının ucu yere değmek üzere iken yakalamış kare onu..


bana dedi ki.. “eğer beş derece daha eğik açıyla inseydi.. düşerdi..”

hiç o gözle bakmamıştım..
cemal beyin batı sanatları merakıyla epeyce bale izlemiştim..
ama güzel sanat olarak bakmıştım hep.. sahne arkasını düşünmeden..
karnımı ve popomu aynı anda içeri çekmekten yüksünen ben..


çekirdek dört yaşındaydı..
aynaları da olan bir yerde bale öğrenmek istediğinde..
ilk yaptıkları şey.. parmaklarını ayaklarını geliştirmekti okulda..
puanta çıkana kadar yıllarca esneme germe güçlendirme..
o parmacıkları bilekleri tarak kemiklerini..




hastalarım var balet ve balerin..
ne ağrılar çekiyorlar..
ne acılar içindeler çoğu zaman..
sahnede hoplayıp zıplayıp pas de deux’ler attırıp..
içeri girince.. hemen korselerini takıp yerlere uzanıyorlar..

basit bir dans değil..
her hareketi eklemin ve kasın doğasına aykırı bir esneklik ve uzama..


bedelleri var sınırları zorlamanın..
acıları var esnemelerin karşılığında..



işte kitap bence balerin olmayan birinin dilinden..
en nötral şekilde anlatmış bu mesleği..
sanatı..

ve en inanılmaz şekilde de.. diktatorya yönetimini..
beyin yıkamayı..
ağacı yaşken eğmeyi..



kör inancı.. güveni.


.
faşizan terörü.. devlet baskısını.. güçsüzün yalakalığını..
ince detaylarda.. ince diyaloglarda..
ve her felaket döneminin sonunda dendiği giibi..
“ama biz bilmiyorduk.. “ “ ama düşünemezdik” cümlelerini..
sistemeortak olmanın .. sistem çöktüğünde geridebıraktığı toz duman yatıştığında ..
ortaya çıkan suçluluk balonlarını..
onların altında yaşayan.. ama artık yaşam zevki bulamayan sıradan kitleleri..

belgesel gibi kuru değil kitap..
ama arabesk duygusallıkta da değil..
kurgu da fena değil..
bilmediğini anlatmıyor gerçi..
ama unuttuklarını anlatıyor..
bir de..takılarla.. hele de.. amberle ilgili birçok şey öğreniyorsun..
okurken..

ama iki şey var aklımda kalan kitaptan..
birisi.. abedede bale izleyen adamın aklından geçirdikleri..
arka sıralarda..kor dö bale de ne kadar gürültülü diye eleştirenler nedeniyle..
“bu kadar zahmetli ve kendisinin hiç yapamadığı  bir şeyi bile beğenmeme lüksüne sahip olmak” kavramı..
gördüğüm gözlediğim ve nefret ettiğim birşey..

biraz çizmeden yukarı çıkmak gibi..
ama tam da değil..

ikincisi de.. aslında yukarda bahsettiğim..
faşizan despotizmin hipnotik etkisi..
ve giderek ah nasıl da yaygınlaştığı..
neylerse güzel eyler.. zaten bu olan kötülükleri de ..
eğer bilseydi zaten engel olurdu zihniyeti..

benimle beraber datçaya gelen kitaplar arasında en merak ettiği ise..
kemal’e eren kadınlar..
latife ve fikriyeyi kurguda karşılaştıran bir fanteziymiş..
o kadar farklı karakterde iki kadını bir arada nasıl canlandırmışl yazar..
merakımdan kuduruyorum..
onun dışında..
bol bol kriminoloji var.. geçen yaz mis marpılla serinlemiştim.. yeşil ingiliz manzaralarında..
çay sofralarında.. güzel dekorlarda dolanmıştım..
bu yaz da okurum ki ben dedim..
hele de gecekütüphanesinde görünce..
bir de ferhan var yanımda gelen..
diline bayıldığım.. biyografisinin ikinci bölümü ile..
stefan zweigiın son günleri bir dönemin üstelik gerçeklerinin tanığı olacak..
bir tutam dram katacak..

evde okunmamışlar yığını dururken gidip yeni kitaplar alan bir arsızım ben..
bir de kenarı kuş tüyü ile süslenmiş şapka.. bir ördek başı yeşille 
savan renklerinde afrika yerlilerinin dokumalarına benzeyen pareo ile..
süper düper mini şortlarımı.. transparan tüniklerimi unutmadan ekleyeyim.. dünki alışveriş listeme..=)..

hazırım tatil.. bekle beni ki..





Image Hosted by ImageShack.us

9 Ağustos 2012 Perşembe

yol hazırlığı.. canıtını evde bırakmak.. datça elbet..

trafik felaketti dün iş çıkışında..
baktım eve gitmek mümkün değil..
çünkü benim ev yolu karşıya geçmek isteyenlerin de yolu..
köprüler malum sorunlu yerleri.. istanbul'un..

arkadaşımı aradım.. eve gidemiyorum ama açım hadi işeyler yiyelim diye..

daha iki gün önce.. "çünküsenin bana gelmen ennnn kötü trafikte sadece on dakika demişti.."

de..
ben iş eyrindeki otoparkdan çıkıp otuz metre gitmeden tıkandı yol.. durduk bildiğin.. gitmiyoruz..
on beş dakika sonra..
bir kaç araç önümde duran biri indi.. 
ve gerinme hareketleri  yapmaya başladı..
sonra bindi aracında ve burdan yol çıkıyor mu anlamına gelen  hareketler eşliğinde.. ve çıkar abi cevaını almış olsa ki..
soldaki belli belirsi< daracık aralığa daldı kayuboldu..
bir biraz öne kaydık.. ve aynı şekilde durmaya devam ettik..
derken birileri solda vurdular.. onlar da o belli belirsiz
aralığa girdiler..
çok sürmedi.. ben de takıldım peşlerine..
inanılmaz bir yokuş yukarı yol.. iki yanı koca binalar u sokağı aralarında niye bırakmışlar bilmiyorum yokl nereye gider..
onu hiç bilmiyorum..
telefona yapıştım..
çıktın mı evden.. evet cevabı ile.. 
ben kayboldum dedim.. bekle o zaman..

yok kıvrıla kıvrıla hedefim bir şekilde yokuş aşağıya döndü.. 
doğru yolda olduğumu o an anladım..
hiç bilmediğim yerlerden gidip..
bizim hastanenin yüz elli metre aşağısına çıktım..

bu sefer de..
o tıkandığı için baypass yaptığım kavşağın aşağı ucuna bağlanan yola  çıkmıştım..
ama bi,r şekilde ilerledik ve ben yoluma ulaştım..

yemekten sonra tam lokantadan çıkmadan..
birden farkettim bir patine dolabı.. çok eğendim.. çok ..
başka beğendiklerimle de birleşince..
hmm ben unu yaparım noktasına geldim..

gece.. eve girdiğimde..
migrenim başlamıştı..
ki bu ne kadar fenadır..
yana yakıla ulaşıp yapmanız gerekenler de varken.. ağrı nedeniyle uyuşup kalıvermek..

kaldım gene..
bir süre sonra..
ilacım etki etmeye başladı uyumuşum...


sabah.. yine bir ağrı episoduyla uyandım..
ve uyandığımda..
blog yazısı yazıyordum rüyamda..
patine dolabın fotograrıfını ekleme aşamasındaydım da..
pinterestte bulamıyordum dolabı..
çünkü sadece görmüştüm..
pinlememiştim.

gerçekten unu eklemeli bloğa dedim.. öür yana dönüp uyudum..

tatilegidiyorum ben..ve u son kez bu tarzda yapacağım tatil olacak..
zira  sıcaklar beni gerçekten çok ilhamsız çok halsiz çok isteksiz yapıyor..
sıcaklar demeyeyim de..
nem diyeyim..

o yüzden.. sosyal yaşantımı bile sıfırlıyorum..
bu son karar..

bundan sonra..
soğuk günlerde yapacağım ayın ne zamanında ne yolculuğu olacak diye..

bu yıl yine bir datça var elbet..
orası bana can katıyor..
üstelik gittiğimin ertesi günü.. inci aralın imza günü varmış..
niyeti bozmazsam gideceğim..
yanımda bir inci aral kitabı götüreceğim..
en eskilerinden..
benim ilk okuduklarımdan.. ağda zamanı.. =)

bir de..
ara güler sergisi varmış..
yaka köye gidince.. yakamengende yemek yemeden olmaz..
incirli tatlılar bademli patlıcan salataları..
ulu zeytin ağacının altında..
bir kitapçı açılmış en havalısından datçada ona gideceğim..
sonra bir de.. eskici varmış mezarlığın karşısında.. onu keşfedeceğim.. 
yanımda yoldaş olur mu olmaz mı bilmem ama.. kitaplarım eşlik eder nasılsa bana.. 

yine deniz kabulkları toplayacağım.. ve kırık camlar elbette..
sahilde.. 
dalga sesinde uyuyacağım gene kitabımın üzerine uzanıp..
ses ederim arada sizlere..
ama bu yıl çok açmayacağım pisiyi.. kafa dinleyesim var..
arabaya atayım biraz da beyaz boya ve fırça belli mi olur benim hallerim elki boyayasım da gelir.
birmavi tepsi vardı mesela boyansa fena mı olur.. .
yazasım da var aslında.. 
ama datça da olsa.. günler elli, saat sürüyor..
tatilse belli gün sayısı kadar..

evimde..
bitirilmemiş bir çok projeyi bırakarak..
21lik staja istanbul dışına gittiğinden.. .
çekirdek benden önce datçaya çoktan konuşlandığından..
bizim klanın temsilcisi olarak canıtınla lekeyi bırakacağım .. sadece..

cumartesi yollardayım bellerdeyim.. blog.. 
serin olsun güzergahım..
aksın gitsin   uzaklıklarım........


Image Hosted by ImageShack.us

7 Ağustos 2012 Salı

yumurtası limon şeklinde .. turuncu .. çalışma masası hakkında..




minicik bir dolap.. altta iki kapak.. üstte bir açık raf.. yanlarından metal raf ayakları monte edilmiş.. sıra sıra raflar raflar dolusu kitaplar..
dolap turuncu yağlı boya..
çarşaflarım turuncu beyaz..
perdelerim beyaz..

bak yıllar sonra muayenehane açtım konyanın b.şehrinde..
kireç badana tek göz oda..
perdelerim turuncu beyaz..
muayene masam koltuğum.. bütün sandalyeler turuncu deri..
hatta paravanım bile turuncu perdeli..

şimdiye kadar iki kez turunculanmışım..
da..

aslında..
“yatağın ayak ucuna dayamıştım çalışma masamı” diye başlayacaktım..
çalışma masam hala bizimle..
eskici geldihaaanım..
şimdilerde bir yaz evini süslüyor maviye boyalı olarak..

çalışma masam..
ayak ucunda yatağımın..
habire çalışıyorum..
vizeler..
latinceler..
parazitoloji..
üç bin yeni sözcük..
mikrobiolojı beşbin sözcük..
“kayalık dağları humması".. "kedi tırmığı hastalığı" " lyme hastalığı"..
henüz ülkemizde rastlanmamıştır diyor yarısının yanında..
ama nedense sınavlarda sorumluyuz..

yıllar geçer..
kliniğe bir yazı gelir.. "lyme hastalığı" tanıtıcı bir yazı..
ay kim güney amerika tropik ormanlarında dolaşıp alıp getirdi ki bunu bizim ülkeye diye şakalaşıyoruz..
demek bundan öğretmişler.. doktorun genel kültürü.. paraziter zenginlik sahibidir..
biz klinik poliklinik nefes alamazken..
kimler geziyor.. etiği katlettiğimiz seksenlerden sonraki.. dejenere doksanlarda da.. 
biz burada çalışıyoruz.. yetmişlerdeymişçesine..
gibi bir hasetlik gizli aslında şakaların altında..
trichuris trichuria.. 
yumurtası limona benzer..
çiz.. 
ara konak ana konak..
evrim süresi.. 
klinik belirtileri..
sayfa biter parazit bitmez..
altına yapıştır bir sayfa daha..
devam yazmaya..
yeterince uzadığında..
yapıştır duvara..
evin heryeri..
tuvalet bile..
vakit kaybetme..
kapa gözlerini anlat..
trichuris trichuria.. limon gibi.. evrim 14 gün ara konak ... ana konak....

çalışma masam yatağımın ayak ucunda..
yatağımdan çok kullanılıyor..

o zamanlar evim odam..
kendine bir dünya kurdu.. odasında ..
deniyor benim için..
demek değişen bir şey yok..

sonra yeniden bir dünya kuruyorum..
iki kişiye bir dünya..çalışma masamı özel sipariş yaptırıyorum..
kocaman..
iki tarafa da açılan çekmeceleri var..
iki kişi karşılıklı oturup çalışabilecek..
benim niyetim o..
hayat benim için entelektüel hayattan ayrı düşünülemiyor..
ikimiz de asistanız..
ikimiz de tez yazacağız..
çalışmalarımız var mecbur..
o zaman bari karşılıklı oturur çalışırız..

çalıştım ben evet..
genellikle tek başıma..

ama sanırım canım yanmıştı..
aradan yıllar gecip..
"çalışma masamız da iki taraflı kullanılabiliyordu..
hesapta karşılıklı oturup çalışacaktık.."
dendiğinde..gülerek..

nerden mi geldi aklıma..
işte şundan..
ufak ofise iki kişi sıkıştırmanın önemi.. anlamı ve açılımlarından...

tuhaf olan..
hüzün oluşmaması bu kez..
üstüne..
turuncu oda ile turuncu muayenehaneyi ilk kez eş zamanlı anımsamam..
renklenesim var..
ve ataleti sevenleri şaşırtma pahasına..
morlanasım yok.. 

-limon sarısını nasıl bilirsiniz..??
-hardal sarısından hallice..=)


Image Hosted by ImageShack.us

5 Ağustos 2012 Pazar

yine kitaplar ve kahve ve martılar elbette..



"sade kahve içenler artık evden kopmuş demektir..daha doğru bir ifade ile bir eve ihtiyaçları yoktur.. yaşadıkları herhangi bir yeri ev olarak benimseyip mutlu mesut yaşamaya devam ederler.. yıllarca bir otel odasında yaşayabilirler öerneğin.. ama sütlü kahve içenler hep bir ev ararlar.. yataklarını .. ellerini sildikleri havluyu.. her gece oturdukları koltuklarını.. hatta ne bileyim çorap çekmecelerini bile özlerler.. bunu biliyor muydunuz" dedi..." beş parasızdım ve kadın çok güzeldi.. derviş şentekin....
çok keyif aldığım bir kitap oldu..
sade bir yazımı var..
ama duygudurumlar..
yaşamdurumları..
tepkiler..
empati güzel ve dozunda verilmiş..

tekrarlamalar var ama..
ahmet ümitin sultanı öldürmek'indeki kadar fazla değil..
insana "salak olduğumu düşünüyor bu yazar sanırım" dedirtmiyor..

ayrıca sevdiğim tarzda bir yerde geçiyor..
beyoğlunda ilginç birkafe barda..

adına rağmen kesinlikle bir mayk hammır romanına benzemiyor..
zaten sadece ironik bir gönderme bu ve romanın içinde de kullanılıyor..

yazarın dilini sevdim..
sade ama güzel bir dedektif romanı..

ecem ece.. lalem ve leylakdalım.. ortak bir blog açmışlar..
kahvedeki mucize..
ben fincalara ve kahvehane önerilerine bayıldım hele çankayadaki sanat kahvesinin dekoruna..
ankaraya gidince.. ille oraya gideceğim.. yahudi mahallesi ve diğer yerler dışında.. =)..

kahveye gelince..
içinde gerçekten mucize var..
bu haftaki medikal dergide yayınlanmıştı..
kahvenin antiaging etkileri..
şekeri düzenleyen..
kanser riskini azaltan..
kalp hastalıklarına karşı koruyan..
bunama ve parkinsona karşı koruyan etkileri..,
şaka değil on üç yıllık bir çalışma..
kahve içenler ve diğerleri arasında on üç yılın sonunda yapılan bir çalışma..
bu durumda..
kahveye devam..
fincanda gerçekten mucize var.. =)

hele bu manzara karşısında..
ve özlenen bir dostun sohbeti eşliğinde içilirse..


ps.. eğer benim etiketlere bakarsanız.. sanırım kahvemi de sütlü içtiğim sonucunu çıkarabilirsiniz...




Image Hosted by ImageShack.us

2 Ağustos 2012 Perşembe

sayfalar arasında saklanan yaşamlar

Diane Keaton'un kitaplığı şurdan



dostum taşınıyor..
evlendiklerinden beri aynı evde oturmanın.. ve o evin de çok katlı bir ev olmasının dezavantajını yaşıyor..
yıllardır sahip olduğu hiç bir şeyi yok etmesi gerekmemiş..
nasıl birikir bilirim..

aynı yıllar süresinde ben beş kez taşındım..
ve asla “yumurtanı bile taşıyıp yeni evinde buzdolabına yerleştiriyorlar” denilen firmalarla taşınmadım.. taşınma gününden bir ay önce başlardım hazırlanmaya kutulanmaya..
bu arada da ayırırdım atardım .. bağışlardım..
eşyalarımız sadece eşya değil elbet..
anı demeti olabiliyorlar bazen..

satın alırken eve yerleştirirken kullanırken içinde olduğumuz
duygular saçılır ve ince bir tabaka halinde sarar sarmalar bazılarını.. basit şeylere bile bir özellik ayrıcalık katar..
şu kahve sehpama her baktığımda horhordaki eskicide minicik bir yirmibirlik.. gözümün önünde.. saçları.. mavi yeşil çizgili gömleği.. blucin kumaşından bahçıvan şortu.. elimden tutmuş..
masanın bir tarafı benim diğer elimde..
bir tarafı o zamanlar sk olan çb’nin elinde.. sevinik adımlarla otoparka yürüyoruz..
ben o masaya her baktığımda.. saime hanım hala sağ.. cemal bey de.. hayat önümde.. kocaman..

zamanında toplanamıyorum diye çıldırmış..
evi organize etmenin kolay yöntemi var mı diye gugl’anıma sormuştum..
çok yöntem var demişti de hatta günlerce o yöntemlere dalıp evin daha da dağınık hale gelmesine sebep olmuştum..
o yöntemler arasında bir tanesini hep hatırlarım..
eline eşyayı alıp bakıyorsun..
kullanıyor muyum diye soruyorsun kendine..
kullanmıyorsan eğer.. benim için duygusal değeri var mı diye soruyorsun..

eh ben genellikle aşk ilişkisi kurduğum için.. sahip olduğum nesneler ile..
hepsinin duygusal değeri var.. iyi ya da kötü.. anısı var..
yine de bu değerlendirmeyi..
beş kere yapınca.. hafifliyor insan .. hem duygularını gözden geçiriyor.. hem eşyalarını..
kimini atıyor.. kimini veriyor.. hayatından çıkarıyor..
kullanmadığın senin değildir derler.. bu düzenleme işlerinde..
bence bu ilişkilerde de öyle.. kullanmadığın yararlanmadığın senin değil..
onu çıkarınca hayatından yenisine yer açılır..
bir içeri bir dışarı ..
bak bu da önemli bir kural..
arkadaşım.. tutkulu bir kadın değildir..
ince zevkli zarif bir kadındır..
kimseyi ezmez.. ezebilecekken..
bu nedenle ezilir bile bazen..
bana benzemez o .. daha narindir.. hala şaşırabilir yaşadıkları karşısında..
işte..
bir de yılların birikmişini elden geçirince..
alt üst olmuş..
telefon etti bana..
“evi ayıklarken senin için de bir şeyler ayırdım” dedi..
“hoşlanırsan tut değilse sen ver birine..”
“kitaplarım” dedi sonra..
sevgili kocası.. (sk’sı).. “ne gerek var bu kadar kitaba.. yeniden okuyacak mısın” da demiş..
bazılarını bana vermek istediğini söyledi..

çok katlı evin en alt katı başlangıçta iyi tasarlanmış bir çalışma alanı gibiydi..
masif kitap rafları.. çalışma masası..
ama zamanla kitaplar (eğitim ve okuma).. çocuklar ve onların eski okul kitapları ansiklopediler dahil her yeri kapladı.. güzelim masanın yanına bir tane de pratik ve sıradan olanı  geldi..
iki oğlan bazen yirmibirlik de dahil üç oğlan bilgisayar oynadılar orda..
müzik odası oldu bi ara..
birikti orada.. herşey..
işte kitaplar..
“ver bunları” diyor bana dedi..
“napıcaksın” diyor..

sahi kitaplar ne yapılır..
kitaplığa dizersin.. sonra.. ne yapılır kitaplarla..

ben biliyorum..
aklına takılır bazen.. gider alırsın raftan ve bir bakmışsın okumaya başlamışsın..
kitabı ya da kenarına el yazınla düştüğün notları.. kocaman ünlem işaretlerini ( yaparım ben bunu evet) bir bakmışsın canıtının kanadında o günlere dahası o duygulara uçmuşsun..
derken bugünkü sen o zamanki senin işaretlediği bazı şeyleri artık önemli bulmuyor.. ya da farklı yaklaşıyor o ünlem işaretlerine..
alırsın eline kalemi.. yeni notlar düşersin.. yanına tarih koyarsın..
yaparım ben bunu da evet..
dahası var..
kitabı okurken arasına saklanan günlük yaşam anıları olur bazen..
bir kartvizit..
üzerine not aldığın bir kağıt parçası..
en güzeli.. o kitapla ilgili bir köşe yazısı.. katlanmış konulmuş..unutulmuş..
arasına yaşamını saklamışsın sayfaların.. haberin yok..

herkes uyurken geceleri yaparım o yüzden ben bu işleri.. ya da herkesin evden gittiği pazar günleri..
onlar rüya görür ben anı ayıklarım..
onlar gezer.. ben uçarım..

ilk basım.. tarihi değer.. özel cilt yok benim kitaplarımda..
karton kapaklı çoğu..
ama bir kitaplık kaybettim ben daha önce..
cemal beyin evinde kalan kitaplarım o alana su basması yüzünden yok oldular..
cemal beyin kendi kitapları da..
hele bir tanesi vardı ki..
“kitabı okurken bir patlamayla çadır direğinde asılı duran gaz lambası sönüverdi.. hasan komutanım yere yat baskın diye bağırdı” gibi not düşmüş.. cemal bey.. tutuk el yazısıyla.. altına da tarih atmış.. kırklı yıllardan.. bir rus yazarın kitabı idi.. sordum bunlar ne diye anlattı..
doğu görevinde iken arazide geçirdikleri bir geçe kampları eşkiya baskınına uğramış.. hasan da emireri imiş cemal beyin.. cemal bey yüksek sesle mi okuyordu kitaba da hasan da yanındaydı.. yoksa hasan çadır dışındaydı da mı içeri daldı.. ama ne olursa olsun cemal bey.. o kitaba.. yaşamın o anını kaydetmiş.. geldi mi aklınıza.. eski amerikan filmleri.. suay ve karısı ingiliz hastam filan.. (neden biz bu sahneleri ancak bu tip filmlerle görselleştirebiliyoruz..)

cemal bey o kitabı okuyor olmasa.. o notu düşmese.. ya da ben o kitabı çalıp da okumasaydım.. nerden duyar bilirdim cemal bey gibi ketum bir adamın eski anısını..
bir kez kitaplık kaybettim.. bir yaşam zamanı kaybettim gibi oldu..
tek tek topluyorum o kitapları şimdi.. eskicilerde buldukça..

“ne yapıcaksın ki bunları” desin biri bana ..
hele bir desin..
=)

arkadaşım benim gibi kitap delisi değil..
ama benim gibi duygulu..
sen bir sıkıntından söz ederken hala gözleri dolabilen insanlardan..
üzülürsün onu da üzdüğüne..
yüzünden bir bulut geçer..
sen üzgünsen.. görürsün..

arabasına geçirdim bana getirdiklerini alıp bir yaseminli buzlu çay ikram ettiğim akşam..
orada baktı gözüme.. içime..
dedi ki "sadece yorgunluk değil halim..
o kadar çok.." nefesi tıkandı bir ana arandı doğru sözcüğü ….
"biliyorum" dedim.."yaşamın.. ellerinin arasından geçti.."


********************
ben aslında kitaplıklarla ilgili bir yazı okurken aklıma düştü bu yazı..
bu arada diane keaton'un kitaplığında.. " göz sadece kalbin zaten bildiğini görür " yazıyor.. 





Image Hosted by ImageShack.us
Follow my blog with Bloglovin