6 Ağustos 2007 Pazartesi

dalgıç ve kelebek





arada yaparım..
insanların neden ellerindekinin değerini bilmelerini gerçekten istediğim için..
arada yaparım.. insanların..elimde ne var?? sorusunu bulmaları için..
arada yaparım.. kendime ders olsun diye.. saçma günlük yaşantım.. ayak bileğimden beni aşağı derinlere çektiğinde..

pek yapmam ama .. alıntı yapmam..
yine de bu sefer..bir alıntı ile başlamak istedim..
hoplata zıplaya geliriz noktamıza..son durağımıza..


''8 haziran , yeni hayatımın başlamasının 6. ayı olacak.
Mektuplarınız dolapta , resimleriniz duvarda birikiyor ve ben her birinize ayrı ayrı cevap veremediğim için , günlerimi, ilerlemelerimi ve umutlarımı dile getirmek için bu samizdatları* yazmayı akıl ettim. Önceleri hiç bir şey olmadığına inanmak istedim.Komadan sonraki yarı bilinçlilik halinde iken, iki koltuk değneğine abansam da..parisin günlük koşuşturmacasına döneceğimi düşünüyordum''

İlkbaharın sonunda, arkadaş ve akrabalarıma göndermeye karar verdiğim ilk Berck mektubunun ilk sözcükleri böyle idi.. yaklaşık 60 kişiye gönderilen bu mektuplar, ses getirdi ve dedikoduların yaptığı zararı biraz giderdi. Şehir, bu hiçbirşey bilmeyen ama herşeyi konuşan; yüz ağızlı, bin kulaklı canavar; benim hesabımı dürmeye kararlıydı..bir bitkiye dönüşmüş.. diyorlar duydun mu?? tabii duydum.. bitki.. bir bitki diyorlarmış.. Café de Flore'da..bu Parisli entelektüel ukalaların üssünde .. benim için''

diye başlıyor anlatı..
Jean Dominique Bauby, bir 8 aralıkta.. 40 yaşında iken bir beyin felci geçiren ve sadece aklı.. şuuru aklı ve sol göz kapağı dışında tüm işlevlerini kaybeden yani kitlenme senromuna yakalanan ..
bir gazeteci..evli .. çocuklu.. Elle dergisi editörü.. bir gazeteci..
sol göz kapağının hareket edebilme yeteneği sayesinde.. bir iletişim sistemi geliştiriliyor..
konuşabilmek için..birisi ona alfabeyi okumaya başlıyor.. göz kırpınca, o harf not ediliyor ve tekrar baştan alfabeye başlanıyor..binlerce defa baştan başlanan alfabe.. binlerce defa kırpılan sol göz kapağı..
sadece su.. yemek istemek.. sevdikleriyle konuşmak için mi kırpılır??
hayır..
göz kırpmanın değerini bilen.. onu üretimde de kullanır..
zaten hayat boyu yazı tutkusu ve edebi zekası ile var olmuş biri o..

ve önce.. dostlarına mektuplar yazar..
hevesle onlardan gelen mektupları okur..
ve kendi bedenine hapsolmuş olarak yaşarken..
içindeki duyguları..
acılaşmadan..
keskinleşmeden..
belki de.. herşeyine sahip..
her becerisini sonsuza kadar kullanabilecekken kıymetini bilmeyenlere ..
eğlenceli bir uyarı kitabı olacak şekilde yazar..

sol göz kapağı kırpılmalarıyla.. dikte edilen bir kitap..
'' dalgıç başlığı ve kelebek ''

her ani gelişen olayda olduğu gibi..
tuhaf tesadüfler var bu hikayede de..
örneğin hastalanmadan önce son okuduğu kitap..
Monte Kristo kontu.. daha önceden okuduğu kitabı.. yeniden okur..
aslında.. binsekizyüzkırkküsurda yazılan bu kitap.. şu kilitlenme hastalığını ilk tanımlayanlardan biridir..
yüzyıl sonra konulacaktır bu olayın tıbbi adı.. kitlenme hastalığı..
yine hastalanmadan hemen önce rejime girmiştir.. sonraki 6 ayda 40 kg kaybedeceğini bilmeden..

yine kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum..
''her gün mektuplar alıyorum..zamanla bir gelenek haline gelen.. ve bu işe sessiz ve kutsal bir seremoni özelliği kazandıran bir şekilde.. onları açıyor.. ve gözümün önüne koyuyorlar..her mektubu titizlikle kendim okuyorum.. bazıları bir ağırbaşlılıktan yoksun değil.. hayatın anlamından.. ruhun üstünlüğünden ..her varoluşun gizeminden bahsediyorlar.. tuhaf bir şekilde..eski izlenimlerimi tersine çeviriyorlar.. aslında bu temel sorulara değinenler .. benim sağlıklı iken en yüzeysel ilişkide bulunduğum insanlar..
hafiflikleri.. derinliklerini gizliyormuş.. ben sağır ve kör müydüm.. yoksa bir insanı gerçekten tanımak için bir felaket mi yaşanmalı??''

aslında düşününce.. çok sevdiğimiz insanlar hastalandığında.. onların hastalığının bize hissettirdiği acı.. isyan.. sorgulama nedeniyle hiç felsefe yapacak halimiz kalmaz.. gerçekten sevdiğimiz insana destek olmak için bile .. sağlam durmayı başarmak zordur.. ancak profesyoneller.. ve ancak bizi az tanıyanlar.. bizi kaybedince hayatı altüst olmayanlar.. felsefe yapmak.. hayatı sorgulama gibi lükslere sahiptir..
de..
bu onlar için bir yenilenme.. derinleşme.. hayata farklı bir pencereden bakma şansı olabilir..
hasta ve yakınları için de.. onlara bir ışık tutabilen.. değişik can yelekleri oluştururlar..
bir arkadaşım.. bana iyi gün dostu gerek derdi.. kötü günde ummadığın insan da dost olur..
anlamazdım onu..
ama şimdi bi düşününce..
kötü durumdakine dostluk etmek için..
onun çok yakını olmamak mı gerek ne..

bu kitap.. 2006'da film haline getirildi.. Cannes Festivalinde ödül aldı..
kamerayı Bauby'nin gözü yerine kullanmış yönetmen.. ve insanlara sol gözüne hapsolma duygusunu çok iyi vermiş diye duydum..
Bauby'ye ne mi oldu..
kitabı basıldıktan 2 gün sonra öldü..

evet hafta başı yazısı..
azimli olma adına..
elindeki en küçük beceriye.. kalan son kırıntıya bile tutunabilme hırsına adanmış..

heee.. peki noolmuş derseniz..
bi düşünün derim..
ya yazmak gibi bir zevki olmasaydı..
o yataktaki 1 yılı.. tek gözünde hapis kalan adamın.. nasıl geçerdi..??
sorun kendinize..

yaşasın.. okuma ve yazma kardeşliği..
*******************
okurken .. çalışırken..

*Samizdat= Rusça sözcük.. sam.. kendi... ve izdat.. yayınlamak anlamında iki sözcükten oluşuyor.. sovyet blokundaki ülkelerde .. sansüre takılan eserleri elinde bulunduran ya da kopyalayan kişiler .. yakalanırlarsa.. ağır cezalara uğruyorlarmış.. bu nedenle..hükümet sansürüne takılan kitapları gizlice kopyalamak ve yaymak için geliştirilmiş bu yöntem..
bir eserden bir kaç kopya üretilip.. alıcılara gönderilmesi ve .. her alıcının eseri okuduktan sonra, bir kaç kopya da onların yapıp.. gene başka alıcılara göndermeleri esasına dayanan sistem..eserler genellikle, el yazısı veya daktilo ile çoğaltılıyormuş..
Vladimir Bukovsky bunu'' Ben, kendim yaratıp, kendim düzenleyip, yayınlayıp, dağıtıp, ve uğrunda kendim hapis yatıyorum'' diyerek ifade etmiş..
* Berck.. fransa'da bir rehabilitasyon merkezi..
*Café de Flore.. Parisn en ünlü kafelerinden, zamanında (1930larda) Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir'ın en sevdikleri mekanlardan..halen entellektüel ve sanatçıların sıklıkla buluştukları bir yer..
*bu hastalığa 1968 de isim koyan doktorun 40 yıl sonra hala amerikanın ve dünyanın en önemli nörologlarından olması da ilginç geldi..

5 yorum :

birdemetmavi dedi ki...

Sürekli bişeylerden şikayet eder, mutluluğumuzu bulamadığımızdan yakınırız ya..
Sahip olduklarımızda, ayrıntılarda saklı aslında..
Görmüyor, ya da görmek istemiyoruz..
Mutsuz hissettiğimizde hatırlayıp okumamız gereken satırlar ...

Adsız dedi ki...

Elimde ne var,
Farkındalığın önemini tekrar hatırlatan bir yazı,
Anneme Parkinson teşhisi konduğunda hastalığı tanımaya çalışırken "yürürken kolları sallamanın" bir sağlık ifadesi olduğunu öğrenmiştim. Şimdi her yürüyüşümde kollarımı daha şevkle sallıyorum.
Teşekkürler ve sevgiler...

Adsız dedi ki...

Funda diye yazdım ama beni "geckalmadimki" diye tanırsın...
birdaha sevgiler

kumhavuzu dedi ki...

ben bugün bi kez daha yırtmış olmanın keyfin...(ama birazda sıkıntılı) yaşıyorum.

Adsız dedi ki...

Dedim ya, kaçtım. Görmedim leylakları... Yani, tanışmadım o çocukla.

Follow my blog with Bloglovin