12 Şubat 2013 Salı

atalet ne yapar ne işler.. neden sıkılır da bloğa kaçar da duramaz bitiremez yazıyı.. ve diğerleri..

bbc praym da  iki program vardı sevdiğim..
biri changing rooms diğeri de bahçe programı idi..
ben de yeni taşınmıştım bahçeli bir eve..
cemal beyin bahçesi gibi 
bir bahçe oluşturmaya uğraşıp didiniyordum..

gölge.. duvar dibi ve killi toprak kabusu..
üstelik senelerce bahçeli evde yaşayıp arada bir sulamak dışında tek işim..
elmaları dalından koparıp yemek olmuş..

yani kabus bahçe..
bilgisiz tecrübesiz bahçıvan ben..

tam zamanlı iş..
tam zamanlı 6 ve 2.5 yaşında velets.

o program benim için rüya idi..
elın tiçmark ..
bahçe tanrısı gibiydi..
her bir şeyi..
anlata açıklaya göstere yapıyordu..
yıkıntıları alıp bahçeye dönüştürüyordu..

işte o programları 20 dakika boyunca izlemeye çalışma nedenim buydu..
öğrenmek..

ama daha cingılı başlarken.
çocuklar da koşarak yanıma gelip..
tüm ilgi ve alakayı isterlerdi..

ben..
onların omuzları üzerinden görmeye..
sesleri üzerinden duymaya çalışırdım..
aynı şu aralar gördüğüm reklam gibi..
tam dizi başlar .. diyor da.. bebek çığlığı basıyor ya hani..

neyse..
sonuç olarak ben de..
ben anneyim herşeyden önce dedim.
ve bir gün..
kapat düğmesine bastım..
tevenin..

bir şaşırdılar..
nooldu dediler..
dedim siz daha önemlisiniz..
kapadım teveyi.. ne yapmak istersiniz benimle..

bi süre suratıma bakıp..
arkalarını dönüp gittiler..

tuhaf ..
günde sadece onbeş yirmi dakika için..
verdiğimiz savaşmış..
annem bakalım programı mı bizi mi..
sorgulamasıymış..

ya da eminim bunda da yanlış çıkarsama yapıyorumdur..

ama o anı hiç unutmam..
yani yaşasın .. filan demediler..
ilgilerini çeken..
başka birşeyle ilgilenmek isteyen anne halleri miymiş..
bilmiyorum gerçekten..

ama hayat hep böyle seyreder..
tam çocuğu uyutursun..
sokaktan yüksek sesler gelir..
tam  bişeye başlarsın telefon çalar..

ben de..
bir konuya yoğunlaşmaya çalışıyorum bu günlerde..
ama nerde..
canıtın bile gelip bizim evde balık tutacak nerdeyse gagasını musluğa değdire değdire..

ben de ne yaptım..
bıraktım bütün  merakları..
yoğunlaşma gerektiren halleri..
bunu yaptım..


mulli.. saime hanımın bir becerikli dostu idi.. mualla teyze değil.. mulli dediğim..
zira kayınvaldesinin dili muallaya dönmez.. mulli derdi kadına..

tarif okunuyor gayet net..
birkaç gün önce..
bir hastamızın gönderdiği organik portakalların kokusunun pek latif olduğunu farkedince..
aklıma gelmişti..
her soyulan portakalın kabuklarını biriktir(dim)..ttim..

sonra mutfak makasıyla kestim kabaca..
haşladım yumuşayana kadar..
kevgirim filan yok benim.. ama şu el blendırlarından bir adet var çekmecemde..
suyu süzüp onunla çekiverdim..
pek de güzel kevgir rolü oynadı..
içine de bir kilo şeker koymadım..
az ekleyip az tadarak uygun tada ulaşınca kestim şeker eklemeyi..
üç ufak kaba koydum attım buzluğa..
o arada saime hanım usulü.. dereotlu karabiberli düdüklü tencere eti pişirdim.. bir adı yok o yemeğin..
sadece tencerenin dinine.. maydanoz ya da dere otu saplarını koyuyorsun..
üzerine kuşbaşını ortasına bir bütün soğanı..
bir kaç top karabiber..
et kokusunu yok etmek için..
düdük ötünce..
yirmi dakika..
heen de  açma kapağını..
az demlensin. etler diş diş olsun ufalansın..

yanına da geçenlerde çekirdek hastayım deyip ben evdeki çorbayı bulamayıp..
domatesli şehriye çorbası yapayım bari diyerek rendelediğim .. ama tam rendeleme bitince mevcut çorbayı bulduğum için..
buzluğa attığın hazır rendelenmiş  domatesleri  kullanarak şehriye çorbası yaptım..
hmmm..

ama içlerine en öneml,i şeyi..
özen ve sevgiyi kattım..
benim bu evdeki yemeklerimi farklı kılan bunlar..
tadına bakınca hemen bunu sen yapmışsın dedikleri bu baharatlar..
yaparken o refleks olarak yaptığım birbirine yakışan hareketler dizisinin getirdiği..
rahatlama ve huzuru hissettiğimden bir fiske de huzur katmış oluyorum anne ..

demem o ki.. aslında şu anda bu ucu başı kaçık yazıyı yazma nedenim de bu portakal ezmeyi ve eş zamanlı et ve çorbayı yapmama benzer bir neden.
bildiğim ve yapmayı sevdiğim.. hatta reflekslerimin.. beyin kabuğumdan daha çok çalıştığı..
dikkatimi de pek yormayan bir eylem olmasından.. 
 bloğa yazı ekleme işi..
yazma işi..
bir sözcükle başlayıp..
sonu nereye gideceği belli olmayan bir kompozisyona dönüşmesini izleme eylemi..
bu da huzur.. emek ve sevgiden oluşuyor..
o yüzden bana has.. ve benzersiz..

işim çok..
üstelik yapmam gereken bu işlerin büyük bir kısmını hiç yapasım yok..
o yüzden daha da çok yoruyorlar beni..
ruhumu..
özümü..

son derece saçma bulurken sadece..
tecavüz kaçınılmazsa.. kıpraşma da bari çabucak bitsin kavramına sadakatten..
yapmayı sürdürdüğüm..
yapılmasına izin verdiğim hal ve gidiş ve konuşma ve bildirim ve iletişimler..

işte bu işler arasında bir lahza huzur.. bir tutam sevgi ve göz kararı emekle..
bir yerlere notlar kondurmak..

leyla erbilin kalan'ını çok sevdim.. ama elli yaş altı kişilere ne ifade eder bilemedim..
yazı stilini..
üç virgüllerini..
başsız büyük harfsiz  sonsuz paragrafları cümleleri..
kendime benzettim..
başkasından kendi tarzımı okuyunca da sevdim..
haha evet bu tarzımı seviyorum ben..
tanısanız bilirsiniz..
konuşmam da böyledir..
başı sonu arası .. nefes almalarla bölünen.. uzayıp giden.. 
leyla erbilde.. bir de bazı sözcüklere.. takıldım..
 örnekse.. "kafkaiyen"i.. 
çok sevdim ..
aldım..
içselleştirdim..

koca kitaptaki tep tapaj hatasını..
kitabı satın almadan önce elime alıp.. açtığımda.. 
görmüştüm..
zıplamıştı gözüme..
sırf o nedenle..
bırakıp yerine yürüyüp gidiyordum..
ama leyla erbil bu dedim..
benim kadınlarımdan biri..
döndüm aldım..
hatta bu hadiseyi de unuttum..
okurken o sayfaya gelince..
aha bu kitap o kitap.. oldum..
şaşırdım..
öyle bir özel güzel kalabalık ama kuru olmayaynından ..
bereketli..
birikimli bir kitap olmuş ki..
dersin..
borges'in lafına gönderme..
" tüm okuduğum kitapları anımsayamam.. tüm yediğim yemekleri anımsayamayacağım gibi..
ancak onlar birleşerek beni oluşturdular.. "

işte leyla erbil de sanki kendisini o biricik leyla yapan bütün unsurları davet etmişti kitabına..
yemek olsaydı "kalan" sanırım her lokmasında mmmmmm der.. ağız şapırdatırdım...

ece temelkuranın bu son kitabına bittim..
muz seslerine pek ısınamamıştım ama..
düğüme üfleyecek olan kadınlardan biri gibi hissettim kendimi.. dudaklarım üff pozunda ..
okuyorum soluksuz..
ve ayrıca..
orada gördüğüm gül şarabının tarifinin peşindeyim ki.. yapar yapmaz.. bulur bulmaz deneyeceğim..

düzensiz blogcu olarak..
düzenli şekilde yaptığım tek aktiviteyi..
kitaplık kurdunun pazar kraft etkinliğini sürdürebilmek bir nebze rahatlatsa da..
yapmak istediğim onca şey var..
ve ben bir çoğunu yapamazken..
gül şarabı iyi gelecektir..
eminim..

hala okuyor musun okur..
sabırlı mısın..

bir yerlerde bir anlam oluşacak diye umuyorsan yok öyle bir durum sadece duramıyorum..
yazmayı kesemiyorum..
biri bana dur desin..


dur.......

Image Hosted by ImageShack.us

5 yorum :

lale dedi ki...

durmaaaa ne güzel gidiyordu...

lale dedi ki...

o düdüklü tencere etinden yapmayan noolsun...

Esin Bozdemir dedi ki...

düdüklü de ötsün!.)kitaplarda konuşsun! portakallarda kırpılsın!..yenilsin, içilsin, yazılıp çizilsin, okunup, üflensin...atalet hiç susmasınnnn! hep mınır mınır mınır konuşsun dursun:))sen konuşmasan, ben konuşmasam biz, biz olmasak!..nasıl döner bu dünya ama yaaa:))

Leylak Dalı dedi ki...

Annemin de düdüklü de yaptığı bir et yemeği vardı. Düdüklünün altına delikli bir ızgara koyar öyle yaparlardı. Adı Kasap Yemeği idi ve çoğunlukla misafir gelince yapılırdı. Kasap Yemeği adı tarifini Yenimahalledeki kasaptan çok kalem efendisine benzeyen kasabımızın vermiş olmasından gelirdi. Daha benzer neler çıkacak bakalım.
Bu arada Kalan hafızanda daha yeni, fotoyu göndereyim yazıyı sen ekle desem çok şey mi istemiş olurum?

carpediem dedi ki...

durma ki zaten
dilara

Follow my blog with Bloglovin