16 Kasım 2012 Cuma

ataletin otuzu.. onüç..yalnızlık..

bir fotoğraf var her yerde karşıma çıkan bu aralar..
dağınık bir yatak kat kat örtüler.. bejler griler fırfırlar ketenler beyazlar ve 
yuvarlak yastıklar..  yine fırfırlar..püsküller ve kocaman kare yastıklar..
içinden çıkılıvermiş bir yatak..

bir müzik var bu aralar hep benimle dolaşan.. hindi zahranın sesinden..
bir yumuşaklık bir neredeyse gevşeme hali..
ama omurgalıyım ya ben.. 
tam da gevşeyemiyorum..

o yatak benim için ..
sıcacık güzel kokularla dolu bir odaya bir eve uyanılan zamansız zamanlar..
uyan.. döne döne gevşe gerin.. örtülerin altına saklan..
sonra bir enerjiyle fırla ..
güne karış diyor bana..

bazı fikirler var aklımda..
dolanıp duruyorlar..
yayıl ve tadını çıkar diyen.. gevşeten.
bir bitmişlik duygusu veren fikirler..
oysa..
biten birşey yok.
hatta bir çok konuda ya tam yolun ortasında.. hadi yarısında diyelim..
ya da bazı konularda daha yolun en başındayım..
eğer yol ayrımında değilsem..

bazı konularda. aklımda arada bir suyun üzerine yükseliveren dalgalarla danseden balık ağlarının kenarına tutturulan şu eskiden mantar şimdilerde içi hava dolu plastik ama adları hala mantar olsn kaldırıcılar gibi.. danseden fikirler var..
ne zaman üzerine dokunsam hemen dibe doğru dalıyor..
görüntü bulanıyor..
ne zaman.. dip dalgası karışsa..
yine bizim danseden mantar dibe doğru çekiliyor..
yapmam gereken diyemem de..
yapsam iyi olacak..
hatta hadi artık yapmalı.. dediğim şeyler listesi var..
öyle güzel ve duygusal olacak ki alacağım sonuçlar eğer yüzüme gözüme bulaştırmazsam..

hastanenin bilgisayar sistemi.. arıza yapmış..
üstelik bir de tüm ofis çalışanları tepeden aşağı değişti..
kayboldu bazı önemli raporlar.. kendi kişisel bilgisayarımda ve eposta kutumda aradım bazılarını.. öyle de arşivciyimdir..
2006 yılından e postalarım çıktı karşıma..
arkadaşlarla yazışmalar.. nasıl yabancı birinin hayatını izler gibi izledim..
o zamanlar da yapmak istediğim bir şey var ve hala yapmadığım..
o zamanlar muzurca.. biraz da nisbet yapar gibiymişim.. isterken..
dilek gibi.. şımaran kedi gibi.. 
şimdi daha çok hakediş gibi.. istiyorum bunları..
zaman insana kendi tarzını bulduruyor..

aradığını bilmeden.. buluyorsun..
"ben çok yalnız biri olacağım " dedi bugün yirmibirlik.
evet dedim.. öyle olacaksın..
konuştuk biraz "solitude" kavramı hakkında..
yalnızlık bir seçim aslında.. bir istek bir dilek o da..
yalnızlığında yalnız hissetmek..
o kalabalıkta yalnız hissetmek gibidir..
onu ancak bi sıcak kucak.. bi sıcak ruh.. bi sıcak içecek doyurur..
ama genel yalnızlık.. sükunetle eşdeğer.. benim için öyle..
işte şimdilerde gereksinim duyduğum tam da bu.." solitude" duygusu..
yalnızlık hissetmek değil.. yalnızlığına sarınıp.. ısınmak.. gibi..
onu bir şal gibi omuzlarına.. bir kedi gibi kucağına.. bir kahve fincanı gibi avuçlarına almak ve hissetmek.. içini doyurmasını..
sırf bu nedenle saklanıyorum bazen.. dostlardan..
kaçıyorum tekliflerden..

zorunlu hizmet mutlak yalnızlık olarak tanımlayabileceğim zaman dilimi..
cuma akşam beşte eve girip.. pazartesi sabahına kadar.. hiç görüşmeden konuşmadan..
evden bile çıkmadan geçirilen zaman pazartesi sabah saat sekize kadar. 

bir günü anımsıyorum.. 
referandum gününü..
sabah oyumu kullanıp..
o  çevrede uzaylı gibi.. şemsiyem uzun saplı.. pardösüm en trençkot tarzından..
eve döndüğümde..
bir kahve alıp..
kanapede öylesine bıraktığım..
kitabınım yanına yuvalanıp..
kahvem .. şekerlikte içi fındık dışı çukulata kaplı nedense badem formuna prenses  badem denilen şekerlerden ağzıma atıp..
o fındıkların durduğu kap.. 
beyaz üzeri minicik.. elma  kırmızısı çiçekleri olan..
fincanda sütlü kahve .. 
kupa değil.. tabaklı..
o da şekerliğin takımı..
bir dostun armağanı..
zorun hizmette evini ısıtsın diye verdiği..
ama benim hem evimi hem içimi ısıtan..

yalnızlık deyince..
o takım gelir aklıma..
ilginçtir..
yalnızlığın en mutlağı ve zedelenmezi benim için hafızamda kalan 
bir fotoğrafik karede şekillenir..

yalnızlık böylesine huzurlusundan..
taşraya yakışır..
cep telefonları öncesine yakışır.. sanki..

o kadar düşkünsen yalnızlığa..
o kadar düşkünsen bir başınalığa..
o zaman ne işin var atalet.. 
blogda.. 
feysde orda burda..
habire ortada..
o da ayrı bir konu.. ironik.. 

tek kişilik sahne oyunu gibiyim..
abartılı hareketlerle sahnede sağa sola hamle edip.. göz açıp dudak kabartıyor gibiyim..
ama salonda tek ses olmasın istiyorum..

Image Hosted by ImageShack.us

2 yorum :

Selgin GB dedi ki...

Gerçekten FB'daki aktifliğin takdire şayan.
Belki de yalnizlığa bunca özlem duymak onadan olabildiğince uzak duruyor olmaktan...
Mecburi hizmete gitmedim ama anlıyorum ve istemesdim öylesinden, benim tercihim olmayanından.
Herşey benim kontrolüm altında olmalı ya ondan... diğerleri olmayacaksa ben istemediğim için olmamalılar, onlar istemediği için değil. Bİr çeşit alıp başını gitme hali.
Artık yalnızlık, katıksızından ne yazık ki mümkün değil, cep tlf ları yüzünden. Bugünleri arar mıyız, bilmem...

uctemmuz dedi ki...

çılgın kalabalıktan uzağa kaçmak. en iyi o kalabalığın içindeyken başarıyor insan bunu. ne tuhaf. çok ipucu verdiğini sanıyorlar, halbuki kimsenin asıl senden haberi olmuyor. Fb budur. Blog ayrı, o çok özel.

Follow my blog with Bloglovin