21 Mayıs 2010 Cuma

unutulanlarhatırlananlar

 

SDC10711

tahta makaraların tarihe karıştığını farketmiştim..

uzun zamau önce..  benim hiç durmadan birşeylerle elimi oyalamamdan etkilenen çekirdek minicikken ..ben de .. diye tutturmuştu.. onun kadarken.. bir makaranın tepesine dört minik çivi çakılıp.. etrafına sarılmış ipi yuvarlak bir şerit halinde ördüğümü.. sonra onu kullanarak bozuk para çantası yaptığımızı hatırladım .. ve bir makara aradım.. dikiş malzemelerimin arasında.. sonra da tuhafiyecilerde.. bulamadım..

hepsi plastikti..

sonunda bir erkek terzisinden bulmuştu çb.. artık bulunmuyormuş bunlar diye getirmişti.. çekirdek gerçi sadece onbeş santim üretti şeritten.. ama aylarca elinde onunla dolaştı ..

ama ben bu olaydan önce..  tahta makaraların artık bulunmadığını farketmemiştim..  iplik dediğimde.. tuhafiyecinin bana hep plastik makaraya sarılı iplikler verdiğini algılamamıştım..  işim görülüyordu.. hayat devam ediyordu..

SDC10708

geçenlerde bir ikinci el pazarında.. topuk yumurtası görünce.. dayanamadım aldım.. tahta makaraların artık üretilmemesi de  o yüzden gündeme geldi..

bilemediler ne işe yaradığını.. çocuks..

eskiden çorapların topuğuna burnuna koyup örerlerdi dedim.. tuhaf baktılar suratıma.. çorap.. örmek !!..

ülke fakir..emek ucuz.. para kısıtlı.. mal ve insan değerliydi o zamanlar..dedim..

halamın dikiş sepetinde vardı.. annemde yoktu.. neden bilmiyorum.. ama annemde de.. kirpi oku vardı bir tane.. ince biyeleri ters yüz etmek için kullanırdı.. halam daha çok çorap mı yamardı.. annem en çok biye mi yapardı da bunlara ait kolaylaştırıcılara sahiptiler.. bunu da düşünmemiştim.. halam ve annem daha mı erken farkederlerdi tahta makaraların ve topuk yumurtalarının artık var olmadıklarını..

artık bazı “iş”lerin yapılmamasından mı.. bazı “şey”lerin varlığını sürdürememesi.. tüket - yok et – at - kurtulculuk.. bunun sonucu mu.. peki ben burdan sevgi ve şefkatin.. aşk ve duygunun yerini.. hırs ve şehvet aldı o yüzden kaybolmakta ailenin değeri.. sevgilinin vazgeçilmezliği.. ilişkinin haysiyeti.. sonucunu mu çıkarsam sabah sabah.. bu da bir günde olmadı.. bir sabah uyandık ve farkettik ama aslında..sinsi kemirgen gibi üfleye üfleye uzun zamanda  yendi bitti değerler..

nazımın bir yazısını hatırladım sonra..

tamamen hafızama güveniyorum.. bu konuda..

nazımın incecik bir kitabı geçmişti* elime.. zorunlu hizmette .. birinin kütüphanesinden.. düz yazılar .. denemeler.. mektuplar belki de..

bir tanesi.. kalmış beynime kazılı.. retiküler formasyomun işi.. o zamanlar en zoru.. alışmaktı benim için.. oradaki koşullarıma.. izne geldiğimde istanbula.. alışamıyordum bir türlü..ondan olsa gerek..

“hayvanlardan insanı ayıran en önemli fark alışabilmektir demişti.. bir balık havada yaşamaya alışamaz.. ama insan öyle alışır ki değişen yaşam şartlarına.. daha öncesini anımsadığında.. nasıl yaşıyormuşum acaba der..yadırgar..” demişti..

akomodasyon .. uyumgösterme.. alışma..duyarsızlaşma.. ne dersen de.. iç acıtıcı bir durum..

ben alışamayanlardanım.. tahammül eden.. yıllarca da sürse.. tahammül eden ama alışmayanlardan.. bundan mıdır.. hep kendi acımı kendimin kanırtmam.. derdim de.. meğer..

plastik makaralara alışmışız.. öyle ki.. tahtasını aramadan.. öğrenemiyoruz.. artık üretilmediklerini..

SDC10712

resmi çekmek için vinyeti düzenlediğimde.. kavanoza koyayım dedim hepsini.. ama kapanozun kapağı sıkışmış.. açılmadı..

bayan “ kolayyöntemler” olarak.. kapak kırılmadan açılsın diye gövdeyi sıcak suya sokmak için  banyoya geçtim.. musluğu açtım.. sol elimde kavanoz suyun ısınmasını beklerken.... çıttt dedi.. daha hala musluktan soğuk su akmakta iken.. baktım boydan boya çatlamış kavanozun boynu.. kolayca açıldı kapak.. zorlamamıştım.. çarpmamıştım.. sıkmıyordum.. daha önceki sıkışıklığın oluşturduğu basıncın tam elime aldığımda son damla etkisi sonucunda olmuş olabilir .. uzun süre sıkışık kalınca da  çatlanabileceğini farketmek .. arkasından.. artık cam kapaklı kavanozlar da kullanılmıyor.. hatta belki üretilmemeye bile başlanmış olabilir diye düşünmeme.. ve onlar da az bulunur hale gelmeden.. birkaç tane edinmeli..dememe yol açtı..

sabah işe gelirken radyoda.. diceyin** öğrenmekle ilgili bir güzel ve özlü sözü aklımda kaldığınca..

“bazıları önceden öğrenirmiş.. bazıları hayattan.. bazıları otoriteden.. bazıları deneyerek.. bazıları hiç öğrenmezmiş..”

öğrenmenin bedeli var diyordu.. önceden öğrenenler.. düşük fiyattan almış olurlar.. hayattan öğrenenler.. yüksek fiyattan.. otoriteden öğrenenler bedeli özgürlükleri ile öder.. deneyerek öğrenenler.. etiket fiyatından.. bedel öder.. hiç öğrenemeyenler ise bedeli hayatlarını ziyan ederek öder..”

daha güzel söyledi.. başka öğrenme tarzları ve bedellerinden de söz etti ama.. kabaca bu.. sonunda sordu.. siz nasıl öğrenirsiniz diye.. ve hiç başkalarını dinleyerek onların tecrübelerinden öğrenen var mı aranızda..

kırkbire giriyormuş.. hafta sonu.. klasik “yirmi yaşımda iken kırkı yaşlı bulurdum” kavramından geçtik önce ..sonra da sokratın bir cümlesini kullandı.. yaşlanmakla ilgili.. “olgunlaşan meyve çürür” dedi..sonunu güzel bağladı.. “ben olgunlaşmayarak.. yaşlanmaktan korunuyorum..”

ondokuzluk.. sunum yapacak.. “kapalı kapı***” hakkında.. konusu.. “neden hepsi birbirinin celladı diye”.. neden dedim.. önhazırlık olsun diye.. istemiyorum konuşmak şimdi dedi..

sahi neden birbirimizin celladı oluruz..

----------------------

*yazılar 1928le 19otuzküsur arasında orhan selim adıyla gazetelere yazdıklarının kitaplaşmış haliymiş..

**sabah geveze.. akşam baycey.. yol arkadaşlarım..

*** huis-clos.. j.p.sartre.. sahi daha önce .. bu eseri.. bir katolik rahibenin başkanı olduğu tiyatro kolunda iken sahnede oynadığımı anlatmıştım size.. değil mi.. bu tuhaflık.. katolik rahibenin.. tanrıtanımaz yazarın cehennem diğerleridir diyerek sonlandırdığı bir eseri seçmesindeki paradoksu yıllar sonra farketmemi anlatırken..

--------------------

yıllardır dinlerim gevezeyi.. hiç bu sabahki gibi.. mmmmmççç diye öpücük attığını duymamıştım.. kırkbir yaşın heyecanı olsa gerek.. o zaman .. binbir yaşında benden size.. kocaman ıslak öpücükler olsun en kırmızısından… süper olsun hafta sonunuz..

8 yorum :

JoA dedi ki...

bayıldım bayıldım.

babaannemin vardı topuk yumurtası. şimdi nerede acaba? anneme sorayım. yanından ayırmadığı bir sepeti vardı. sihirli kutu gibi, içinden her şey çıkabilirdi. mesela 20 küsur yaşındayken 5-6 yaşlarında ona yazdığım şiiri çıkarmıştı o sepetten. dipsiz gibiydi.

biraz etiket fiyatı biraz da yüksek fiyat ödemişim, daha da ödeyeceğim tabii. ne gerek vardı şimdi bunu düşünmeye:) abim hep söyler. hepimiz öğreniyoruz şu hayattan bir şeyler de sen biraz zor yoldan öğreniyorsun diye. ben de böylesinden anlıyorum işte, ne yapayım. kafamı vura vura.

neyse, her şeyi sonradan fark etmiyor muyuz zaten? alışıp da alışmaktan sıkıldığımızda...

JoA dedi ki...

ha bir de hafta sonun çok güzel geçsin. zaten öyle olacaktır ya neyse...

üçtemmuz dedi ki...

canım...
ben de örmüştüm o şeritlerden...:) mucize gibiydi. Thta makaralar dediğin gibi, çok uzun zamandır yok.
peki bundan 10 15 sene evvel "alışamıyorum" diye telgraf çeken o genç subayın meczup ilan edildiğini hatırlıyor musun?
:)
hayatı öğrenmenin en iyi yolunu bulduğumu sanıyorum:
çocukları yetiştirirken, üstüne titrememeli...sal hayatın içine. peşinde ol, çaktırma. ufacıkken bulaşık yıkasın, yemek yapsın, büyüklerin laflarını çaktırmadan dinlesin. tezgaha erişebildiği an kendi yemeğini hazırlayabilecek demektir...çalışsın, patronla iyi geçinmeyi öğrensin. koru ama belli etme.
ben böyle davranmadım, bana da böyle davranılmamıştı. ama böyle yetişen ocukların hayatı kavrayış biçimlerini çok dğal buluyorum.
bilmem doğru u düşünüyorum? belki yine kendime haksızlık ediyorumdur. olabilir.
ne zamndır sarılmadım sana, sarılayım şöyle bir.:)

.. dedi ki...

çok severdim o tahtadan topuk yumurtasını. onunla çoraplarımın delinen ucunu, topuğunu tamir etmişliğim bile var benim. o kadar da eskiyim gerçekten 8) ya da babannemin bizimle yaşamış olmasının mı sonucu bu acaba? bilemiyorum.
ama hayvan insan arasındaki farkın alışabilmek olduğunu sanmıyorum ben. insanlar da, hayvanlar da alışabilir. bazıları yani. ya da alışamaz. bazıları...
ama ben bu yazıdan bi cümleyi özellikle alıp götürüyorum yanımda:
"uzun süre sıkışık kalınca çatlanabileceğini fark etmek"
fark etmekle kalmayıp deneyimleyen biri olarak da öpüyorum seni.

Çağlar dedi ki...

Uzun süre sıkışık kalınca, başka bir şey olmadan, sadece uzun süre sıkışık kalınca ... çatlanabileceğini öğrenmek. Kavanozdan mı öğrendin cidden. Bu hayattan öğrenme bile değl. Daha pahalı.
Ama olsun, biz çatlaklar, seviyoruz birbirimizi, değil mi.

Adsız dedi ki...

sondan başa..
çağlarım bilirim..
biim çatlaklarımıı altınla doldurucaklar.. antika çin malı die müelere koyucaklar..=D..

*****
saklanbacım.. ay çöreğim..
ekstrem tenakuzlar çindeyim demişti bir türk komedyeni.. onun gibi alışmalardan bahsediyoruz.. hızlı olandan.. mutasyonla aktarılamayacak kadar hızlı en azından.. evrimleştiremeyenden..
yan, balığı sudan çıkarıverip.. yaşa demekten..

ha ama evet .. alışamayabilmek.. hatta ölüverebilmek bile mümkün..
sen benim öpücük cümlemi al yav.. boşver sıkışıklıkları..

*****
üçüm temmuzum..
hoş geldin..
çocukları.. göünün önünden ayırmadan salıvermeli..=)
yoksa parmak ucunda tezgahta.. kafasından aşağı bir kaynar suyu da devirerek tüm aşçılık yaşamını kaybedebilir bi hamlede..
ama evet.. düşecek ki.. acıkacak ki.. öğrenecek de..

ben sanırım bira öyle öğrendim..
önce gözlem.. sonra.. azıcık teknikle ilgili soruşturma.. sonra uygulama..
canım mı tatlıydı ne ??..
çocuklara da öyle öğretmeye çalışıyorum.. eli yanacak diye korkmaktansa.. bak bu yakar deyip elini sobaya yaklaştırıp.. kendi emniyet alanını oluşturmaya bırakarak..
******
joa..
kafayı vura vura..
öğrenmek.. bilginin unutulmamasını sağlar.. sağlar di mi.. bi şekilde faydası olmalı.. yav o kadar kafa vurmanın..

atalet.. herkese sarılır bi de burdan.. gider.. pazara doğru..

Sedencik dedi ki...

demek ki neymiş kapaklar fazla sıkıştırılmamalı...
he sen ''zorlamadım''diyorsunda...
kavanoz olmak lazım cevap vermek için :)
ve herkesin cevabı farklı...
tam annemden 2 tane tahta makara yürütüp vereyim sana diyecektim...
fotoğrafı gördüm...
bu yumurtaları yıllar önce rusyadan gelenlerin açtığı bir tezgahtan almıştım...
üstleri çok güzel boyanmış ,işlenmiş...
süs olsun diye rafa koymuştum işlevini annem söyleyince müthiş önem kazanmışlardı gözümde :)
ustanın bu örneği uçmuş eşdeğer örnek verse iyi olurduda...
balık havada yaşamıyorsa karşılığında insanda suyun dibinde yaşayamıyor:)
çok güzeldi ve çok sevdim bu yazıyı:)
sevgiyle...

Adsız dedi ki...

oh..
sedenim ayrık otum.. =)

zorlamadım gerçekten..
cam kapaklı zaten .. istesem de zorlayamazdım.. iki asıldım cam tutamacından.. o kadar.. =P..

bence madde eskimesi ama.. tam elimdeyken olması..
işte bu gezdirdi gene fikrimi..

işleve gelince..
önce işlev.. ama bi o kadar da süs.. diyenlerdenim ben..
=)

öpeyim de.. bi de..

atalet..

Follow my blog with Bloglovin