17 Eylül 2013 Salı

yazamadım sanki.. ama yazabildiğimden fazla etkiledi beni.. o kesin... canıtın tanık hem..

"ölmek isteğim yok.. ama yaşama isteğimin olmadığı gibi".. 


sabah çok hoşuma giden iki yazı okuyarak başladım güne..
biri başaramadığımı başarmıştı..
diğeri ise başarı olmadığına karar verip bıraktıklarımdan söz etmişti.. yeniden mi başlasam dedim..

yaşamım bırakıp yeniden başladığım alışkanlıklarımla dolu..

iki manevra sandığı dolusu örgüyü ören ben değilmişçesine..
aman .. deyip bir günde bırakmıştım örgüyü..

bahçeyi de öyle..
okumayı.. ancak azaltmıştım diyelim..
gözleme dayalı iki üç yıl geçirdim.. ve anlatmaya dayalı..
kimbilir.. bitmişti belki anlatacaklarım..
yavaş yavaş geri geliyorlar.. sevdiklerim..

o yazılardan sonra bir de not aldım..
zira bilmiş sınıf mümessili gibi her gördüğümün altına.. ek yapmak..
ben de demek istemiyorum..
o yüzden defterime not etmiştim..
bir kez daha..
"her doğru kararın bir de doğru zamanı vardır " diye..
ve bir de şunu yazdım..
bloğa değil deftere çünkü bloğu defterle aldatıyorum...
"dağları deldim kız başıma şarkısı geldi aklıma..
dağları delerim de.. artık  hem o dayanıklılığı isbat edesim..
hem de dağların arkasında ne var diye merakım kalmadı.. 
eh gereksiz bir tüneli kazmaya gerek yok.. öyle değil mi"

sonra tezer-edgü yazışmalarından kıvırdığım yerleri de deftere notladım.. 
derli toplu olma kararını okulla açılmadan bir hafta önce veren öğrenci misaliyim..
ne kadar sürdürebileceğim bu düzeni.. bilmiyorum..
önemsemiyorum da..

tezer-edgü yazışmalarındayız..
(isimlendirmeme dikkat çekeyim..
kız bizim kız.. samimi hitap.. 
oğlan.. sevdiğimiz ama mesafeli durduğumuz yazar kişisi..)

kitabı gerçi.. kitaplikkurdunda yayınladık ..
ama.. 
bu ataletçe uzun ve kişisel olsun diye..
buraya saklandı..
ya da bekliyordu mayalanmayı..
kabardı taştı..

kitabın en heyecan verici anları..
yaşamın ucuna yolculuk kitabının doğumunu izleme anları..
açıkçası ben ..
tezeri daha depresif  sanırdım..
değilmiş..
ya da entelektüel depresyonuymuş onunki..
majör depresyon değilmiş.
silvia plath'a benzetirdim biraz sanki.. değilmiş...

benim yalanmaya başlama noktam..
ferit edgünün pavesenin izinde giden tezer'e.. 
pavesenin intiharı ile ilgili..
"belki başlangıçta bu izi sürmek istedin .. 
ama sonra sürdüğün iz.. bir de baktın ki ( yazıp bitirdiğinde baktın mı?) kendi izin..
üstelik intiharının değil.. yaşamının izi..
insanlarla dolu yalnızlığının izi (bu insanlarla dolu yalnızlık kafka'nın sorusu mu yoksa benim mi? çıkaramıyorum. Belleğim ölü..
birçok noktada yaşamın birçok kesitinde..
gerçekten Beckett'imsi bir ölülükte "
dediği noktada başladı.. 

benim de yaptığım bu değil mi..
oturduğum yerde..
okuduklarım ve izlediklerimde yaşamın izini sürmek..
yabancı tanıklıklar altında ya da eşliğinde yaşamın.. seçilmiş yalnızlığımın..
 yakaladığım izini sürmek..
ama illa iz sürmek.. ve ille kelimelerin peşinde.. kelimelerin büyüsünün etkisinde..

tezerin buna cevabı..
bana değil edgü'nün dediklerine..
"beckett'imsi bir ölümde.. yalnız şimdilerde değiliz..
sen beckett'i çevirdiğinden beri.. hakkariye gittiğinden beri.. 
yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri..
o ölülükteyiz..
kafka gibi veremden çatlamamamız.. 
beckett kadar ölü görünmemem.. şarklılığımız yüzünden..
iç dünyamızın farklı olduğunu sanmıyorum.. "

şu hep iyi geldiğini iddia ettiğim diziler var..
bbc usulü kriminal diziler..
birbirinden uzak evler.. açık kapılar..
suçlar..
sırlar..
uzaklıklar..

o dizilerde arkası eve yüzü pencereye dönük yerleşmiş masalar var..
o masalarda oturup elindeki işi bitirip derin yeşil kuytuluklara bakıp düşünen insanlar..
o sahneleri çok seviyorum.
bitirmek..
ve sonrasında mayalanmaya bırakmak kendini.. düşünceni gezdirmek.. dış uyaran olmadan nereye kadar gidecek acaba..

öyle bir masada hayal edin beni..
tezer demiş ki.. ferit'e..
(samimileşmeye başladık feritle artık)..
"senin gibi bu satırları kim duyar bilmiyorum..
demir duyar.. 
bir iki de genç homoseksüel var.. istanbul'da.. onlar duyar..
dostumuz metin özek duyar ..."

duyduk tezercim be.. duyduk seni..
ta nerelerden duyduk sevdik seni.. ama bildiremedik.. 

sayfalardan birinde bir telefon numarası var.. 
tezer ev telefonunu vermiş..
058/612762

o numarayı nasıl çevirmek istedim..

sayfa 47de.. 
büyük puntoları seçtim.. ileri miyoplar da okuyabilsinler diye.. 
ama körler için bişey yapamazdım elbette demiş edgü....
neden sadece miyoplar dedim.. 
biz presbioplar da var.. bundan faydalanacak olan..
sonra "o zamanlar.. 
presbiopiden sefil olacakları yaşta değildiler belki" fikri.. 
ve tezer hiç presbiyop olamadı be..
yazıklanması geldi..geçti..
elbet geziden de asla presbiyop olamayacak altı canı kaybettiğimiz de geldi aklıma..
aferim bana..

sayfa 56'ya not düştüm.. benim kompleksim mi var..
sabote edildiğim hissine kapılıyorum  ara ara..sıksık..her engelde..

kafka'dan söz ettikli bir yazışma sonrası aklıma bir cümle düştü..

" ''Birisi Joseph K. ile ilgili olarak yanlış bir suçlamada bulunmuş olmalıydı, çünkü yanlış bir şey yapmamasına rağmen bir sabah tutuklandı''.cümlesini okur okumaz bunun dava romanının ilk cümlesi olduğunu bildiği andaki gibi sevindi"..

nasıl bir benzetme ya da kıyaslama bu.. 
edebi bir kıyaslama..
batıda en çok sosyal işçi var.. ne garip meslekse diyor tezer..
1984'den sayfa 78de..
ben de..
burda hala yok.. ne garip ülkeysek.. diyorum 2013 yılından..
.
sene bin9yüzseksen5..
aylardan ocak..
tezer.. elektronik daktilo aldıklarından söz ediyor..
ben uzmanlığa başlamam sekiz ay kalasındayım hayatın.. elektronik daktilonun kliniğe alınmasına bir yıl kalmış..
haberimiz yok..
havalıydı yazışmaları hocamızın..
o da misafir daktilomuz zaten..
bir ben kullanabiliyorum..
o da yabancı ülkelerle yazışmak için alındı daktilo..
hatta o zamanki fakültemizin olmayan antetli kağıdını bastırmıştım ben matbaacı kuzenime..

yabancı ülkelerdekilere özenip..
cerrahpaşanın kapısının fotosundan bir küçük arma yaptırıp basmıştık kalın ağır kaliteli kağıtlara..  
ama binbir bölümlü fakültenin bi tek benim kliniğimin armalı antetli kağıdı vardı.. o da komikti elbet..

tezerle ilgili bir notum var..
kesinlikle sosyal ağları kullanırmış dedim..
nerde mi.. rimbault'dan bahsettiğinde..
"nereye olursa olsun git dünyanın sınırlarından çık da nereye olursa git.."demiş.. bu satırı okuyunca sana yazmam gerekti" demesinden anladım..

ne şanslıyım dedim sonra..
bunları yazıp hemen paylaşabileceğim kişiler var.. ortamlar var..

blog da yazabilirmiş mesela..
öyle güzel ve zengin mektupları..

en son mektubunda.. 
"taş devri insanı gibi ölmek istiyorum diyor" 
hastalığıyla ilgili şüpheler oluştuğunda..

mektuplar
anılar sevmem aslında bunları okumayı..
hatta yazarın yazdığı her şey yayınlanmalı mı?sorusuna hayır demişliğim var cevap olarak..
ama bu kitabın oluşmasına izin veren edgüye..
tezerin ailesine
nasıl teşekkür etsem az..

elimde bir liste var şimdi..
handke.. mutsuzuğa doyum..
thomas bernhard.. beton..
ve özlüleri çıkarıp almalıyım başucuma..
ha bir de eksik kalan leyla erbil'le mektuplaşmaları var  onu da edinmeliyim..
şimdi karşılıklı söyleşiyorlardır nasılsa..
iki genç kadın olarak.. bir sofranın başında..

pese: edgü.. soru işaretlerinin gereksizliğinden dem vuruyor bir ara..
leyla erbil de zaten.. 
son kitabını..
noktalamasız yazdı..
ben de seviyorum iki noktalı yazılarımı..
hem de çok..
zira sözcükler içinde yaşamları saklarken..
onları dizmek.. sıralamak soluklamak.. önemlerini belirlemek ne gereksiz..

bırak dağınık dursunlar.. dileyen alıp buket yapsın dilediğince..


.Image Hosted by ImageShack.us

2 yorum :

Selgin GB dedi ki...

offfsun ... offf...
Tezer kesinlikle çok mutlu oldu orada... Canına değsin derler ya... Tezer'in kesin ruhuna değdi...

lale dedi ki...

Tezer Özlü okurken, onun hayatına dair bir şeyler okurken ölüm pek korkutucu gelmez insana, ölüm özlenebilecek de bir şeydir gibi gelir.Ferit Edgü ise Hakkari'de Dört Mevsim ile manzaralar çizer gözümde...Nasıl bir tezatlık gibi görünütor aslında değil mi?

Şimdi yazını okurken; her okuduğum kitspts krndimr ait bir şeyler bulmak arayışında olduğumu hissettim. Galiba hep bir iz peşinde olmak insanın natırasında var.

Follow my blog with Bloglovin