2 Eylül 2011 Cuma

nostalcia iznt glem..

Nerden buldum neden aldım kimden esinlendim hatırlamıyorum..
Ama melissa gürpınarı okuyorum..
Anıları .. aklında yer ettiğince yaşam.. istanbul.. duygulanımlar.. tarz ve ilişkiler..
O zaman.. şimdiki zaman..

Bazı yazarler insanı okurken.. yazar olarak çok etkiler.. bütün kitaplarını okuyuvermek istersiniz.. allende.. marquez öyle yazarlar..
Bazıları biryerlere götürür sizi.. kitabı bırakıp .. o gittiğiniz yerleri yazmak istersiniz.. murakami de öyle bir yazar..
Bazıları ise.. okumayı yazmayı bırakıp..
Gidip insan olarak tanınma isteği doğurur..
En azından bende böyle oluyor..

Mina urganı okurken yaşamıştım bunu ilk.. kapat kitabı bul adresini git dayan kapısına.. kahve sigara o anlatsın sen dinle o huysuzlansın sen gül..

Bu yazarda da öyle oldu..
Nasıl bu kadar incelik barındırır sözcükler dedim..
Meğer şairmiş..
“ben artık neyi yazıyorsam
onu yazdığım yaşta duracağım
karar verdim yalnız oralarda yaşayacağım “

Diyecek yaşta bir şaire..
“bilirim üzümü şarabı ve sirkeyi
-birbirinden elde edilen acı ve tatlı herşeyi- “

diyecek kadar duygulu..
Her yazdığı da acı tatlı aslında..

Son zamanlarda etrafımdaki öfke ve saldırganlığın kontrolsüz bir dille kabaca dışa vurulmasından rahatsızım..
Ha susup oturalım .. kim ne yaparsa yapsın anlamında değil…
ama dilimizi güzel kullanmalıyız fikrindeyim..
özleminde desem daha doğru olacak..

durum ve konum olarak faşist tutum sahiplerine karşı koyanlar da aynı uslupla karşı saldırıya geçince.. şaşırıyorum..
tamam saf değilim.. beyaz şapkalıların iyi kovboy.. siyah şapkalıların kötü kovboy olmasını da beklemiyorum..
iyilerin mutlak iyi kötülerin mutlak kötü olması da gerekmiyor..
ama işte birileri durmadan aynı şeyi dile getiriyor.. nerde merhamet.. nerde şefkat nerde.. sükunet.. nerde salim fikir.. nerde kibar ifade..
biraz zeka gerektiriyor eleştiri dediğin şey..
çok gürültü var..
bir sussanız da üzüntümüzü duysak..
üzülsek biraz..
yemeğimiz boğazımıza düğümlense..
öyle şeyler oluyor çünkü.. dünyada..
sizin bağırtınızdan kendimi duyamıyorum.. diyordum..
melissa da demiş..

tıpta da böyle ..
kırk yıllık eşini kaybedene dayanıyoruz antidepresanı..
yas tutacak insan.. yas..
bir huzur verin üzülecek ağlayacak vedalaşacak..

ama artık hep ya öfkeliyiz..
ya da.. neşeden pırıl pırılız..

melissa gürpınarın..
bu “mühür kesesi” kabardı lahanalandı.. gerek cümlelerin güzelliğinden.. gerek duygu güzelliğinden..
her köşesi kıvrıldı da kıvrıldı..
ama benim gibi düşünüyor diye değil buralara not düşmem..

nasıl sevmezsin..
“geride kalmaz mı hiçbir şey
diyorlar acaba
ne eylül ayı ne ceviz ağacı
tel bir yumurta sepeti gibi
asılı duran dünyada
sessizlik ve kavgadan başka”

diyen birini..

Dul evinde ince saz..
eski bir kadiköy evinde geçen çocukluğu..
mühür kesesi daha farklı.. mevsimler.. doğa.. yaşananlar..

kitaplarının isimlerinin güzelliği.. iğne oyası gibi ..

Bir kez daha olmuştu böyle..
Bu nasıl bir yazı ..
demiştim de bir şairenin ilk romanı olduğunu anlamıştım sonra..
Dar yere çok şey sığdırmaktan mı geliyor bu beceri..

Şairler sözcüklerin hakkını romancılardan daha mı iyi veriyor..

Babam pasta yapmayı nerden biliyor..

Buraya nadiren şiir eklerim.. ama kızına yazmış ya bu şiiri.. bayıldım..

“eğer zamanın kalırsa terziye git
kaynananı ağırla eline su dök
otel lobisinde otur arkadaşlarınla paran çoksa
bir kez olsun çay iç çin porseleninden yapılmış bir fincanla
istersen resim sergilerine de git
ilkçağı arala
shakespeare'e gidersen -hatırı kalmasın- saroş
marlowe'a da uğra
-kimse kim- tanımasan da uğra
hiç eyüp sultan camiine gitmedin mi
bahçesindeki sayısız evliyanın üzerine paçavra bağlanmış
mezar taşlarına bakıp karışık şeyler düşünmedin mi -onun gibi- “


Ben sizin yerinizde olsam.. tıklar.. tüm şiiri okurdum..
Ama belki tıklamazsınız diye ..
Bir paragraf daha alıntılayayım..
“kızım senin anan kermes düzenleyen
saçları platin renginde
elli yaşlarında yüzü çok boyalı bir kadın değil
gündelikçi bir kadın da değil her gece bel ağrısından yakınan
ve elleri yıkanmaktan yara olmuş temizlik hastası
çocuksuz bir kadın da değil
söylüyorum ya binlerce kezdir
bir ozan
tam anladın sanıyorum
sonra öyle bir bakıyorsun ki yüzüme
yıkılıyor birbiri üstüne yığılı duran düşünceden
kuleler içimde “

Marlin monroyu konuşturmuşlar hani..
Bir araba reklamında.. “ nostalgia isn’t glam” diyor..
Glam.. baştançıkarıcı çarpıcı anlamında.. azıcık lüks de var işin içinde.. kırmızı parlak ruj kalın siyah aylaynır.. altın parlak taşlı takılar.. "glam" standart üstü bir cilalılık durumu..

Elbet nostalji çarpıcı olmaz..
üzeri incecik gribej bir ipek tülle örtülü olan hiç bir şey..
parlak lüks ve çarpıcı olmaz..

Nostalji.. yaratılmaz anlatılmaz..
İncecik bir sızı gibidir .. tutkulu aşk gibi değil.. şehvet uyandırmaz..
Nostalji vatan hasreti gibidir..
geçmişin varsa.. nostaljin olur..
Geçmişin öldüyse .. hüzünlüdür.. nostaljin..
Aa evet o da vardı di mi? Diye sevindirmez.. nostalji..
“aylardan eylül'dü
bahçenin ucundaki ceviz ağacına doğru
yola koyuldum
önce incir ağacına uğrayacak
ve sonra kargaların düşürdüğü
çürük cevizleri kırıp yiyecektim
niyetim buydu
bahçemiz bir ülke kadar büyük
hayatımız unutulmuş bir düş kadar uzundu
herhalde öyleydi “


Okuyun.. içiniz incelikle.. zerafetle dolacak.. kitaptan kaldırdığınızda başınızı.. biraz hüzünlü ama bir o kadar da mutlu olacaksınız..

Image Hosted by ImageShack.us

2 yorum :

laleninbahcesi dedi ki...

Sen şimdi bi de Gül İrepoğlunun Fiyonklu İstanbul Dürbününü okursun...
Yazarların ilk romanları doyumsuz oluyor nedense...
o şiirin tamamnını okumazmıyım..

Leylak Dalı dedi ki...

Severim Melisa Gürpınar'. Dul Evinde incesaz'ı okumuştum ama Mühür Kesesi'ni bilmiyordum. Anlaşıldı alınacak. Alınacak da hangibiri okunacak, ne zaman okunacak:))
Lale'nin söylediği kitabı oku, çok seveceksin...

Follow my blog with Bloglovin